Watchtower ONLINE KÜTÜPHANE
Watchtower
ONLINE KÜTÜPHANE
Türkçe
  • KUTSAL KİTAP
  • YAYINLAR
  • İBADETLER
  • g93 Mart s. 19-23
  • Hayatımı Değiştiren Üç Saat

Bu kısım için bir video yok.

Üzgünüz, video yüklenirken bir hata oluştu.

  • Hayatımı Değiştiren Üç Saat
  • Uyanış!—1993
  • Benzer Malzeme
  • Hakikat Bana Hayatımı Geri Verdi
    Uyanış!—1997
  • Şiddete Yönelik Bir Yaşamın Üstesinden Gelmek
    Uyanış!—1992
  • Bir Suçluyken Yehova’nın Bir Şahidi Olmak Üzere Hakikat Beni Nasıl Değiştirdi
    Uyanış!—1992
  • Kutsal Kitap Hayatları Değiştirir
    Gözcü Kulesi Yehova’nın Gökteki Krallığını Duyurur—2012
Daha Fazla
Uyanış!—1993
g93 Mart s. 19-23

Hayatımı Değiştiren Üç Saat

NOEL hediyesi olarak bana saçma atan bir tüfek verildiği zaman on yaşındaydım. Başlangıçta onunla şişelere ve konserve kutularına nişan alıyordum, fakat çok geçmeden daha fazla heyecan veren bir oyuna başladım—kuşlara, yılanlara ve hareket eden herhangi bir şeye nişan almak. Öldürdüğüm her kuş için tüfeğimin kundağına bir çentik açtım. Kısa sürede açtığım çentiklerin sayısı 18 oldu, ne kadar gözü pek bir avcı olduğumu gösterdiğinden, bununla gurur duyuyordum.

Sonra tüm bu şeyleri değiştiren bir olay oldu. Bir gün evimizin arkasında kuş avlamaya çıkmıştım. Kavak ağacı üzerinde bir serçe gördüm, dikkatle nişan aldım ve tetiği yavaşça çektim. Tam hedefe isabet! Kurban 19!

Kuş yere düştü. Yattığı yere gidip ona baktım, tüyleri üzerinde kan vardı. Hâlâ canlıydı, sanki şunları söylemek istiyormuş gibi gözlerini bana dikmişti: ‛Benim hayatımı alma hakkını kim verdi sana?’ Öldüğü zaman, başı yavaşça yana düştü. Bunu görünce yüreğim sızladı. Ağlamaya başladım. Anneme koşup olanları ve ölen kuşun bana söylemek istediğinden emin olduğum şeyi anlattım. Bundan sonra asla başka bir kuş vurmadım ve asla tüfeğime bir çentik daha açmadım. Kanlarla kaplı o küçücük yumuşak tüyler bugün bile gözümün önünden gitmiyor. Çocukluğumdaki bu olayın bende bıraktığı kalıcı etki, ister bir serçeninki, ister bir insanınki olsun, hayatın ne denli değerli olduğunu fark etmeme yardım etti.

Çocukluk çağımda bana başka değerler de öğretildi—dürüstlük, ana babaya saygı, ahlak duygusu, hakikate bağlılık. Ben Memphis, Tennessee’de doğdum, fakat Chicago’nun banliyösü olan Robbins, İllinois’de büyüdüm. Kiliseye giden biri olarak yetiştim, fakat kiliseye giden bir çocuk olarak bana aktarılan değerler yıllar geçtikçe gücünü yitirdi. Kilisedeki topluluk, diyakonlar veya papazlar tarafından bu değerlerin yansıtıldığını görmedim; bunun yerine, ikiyüzlülük gördüm. Ayrıca, genel olarak toplumda da, bu değerler uygulanamaz şeyler olarak bırakılmış ve görmezlikten gelinmiştir. Fakat hayatın değeri hakkında küçük serçenin ölümünden aldığım ders, zihnimden hiçbir zaman silinmedi.

Liseye devam ettiğim sıralarda ana babam için çok üzücü olmasına rağmen, kiliseye gitmekten vazgeçtim. Vicdanım duyarsızlaşmıştı, yine de, ağzımı bozduğum zaman—ki zaten herkes yapıyordu—vicdanımın beni iğnelediğini hatırlıyorum. Arkadaşlıklarım kötüleştikçe, uyuşturuculara ve ahlaksızca davranışlara doğru sürüklendim. Mukaddes Kitap bunun kaçınılmaz olduğunu söyler ve onun önceden bildirdiği bu şey bende de gerçekleşti: “Aldanmayın, kötü arkadaşlıklar faydalı alışkanlıkları bozar.”—I. Korintoslular 15:33.

Buna rağmen, doğru ve yanlış hakkında içimde var olan bir duygu sayesinde kendime bazı sınırlamalar koydum. Örneğin, lisedeki üçüncü yılımda, beraber koştuğum, basketbol takımında beraber olduğum, her şeyi beraberce yaptığımız iki arkadaşım vardı—genç bir kadına rastladığımız bir geceye kadar. İki arkadaşım ona tecavüz etmeye karar verdiler. Kadın, bunu yapmamaları için onlara yalvardı, fakat onlar bunu yapma girişiminde bulunduklarında, kadın isteriye tutulup bunu yapmaktansa kendisini öldürmeleri için acı acı bağırdı. Tüm çabasına rağmen, ona zorla tecavüz ettiler. Sonra, onun şahsiyetine karşı giriştikleri bu kötü işte kendilerine katılmamı istediler. Tiksinme ve nefretle dolarak, onların, bu korkakça eylemlerine katılmayı reddettim. Bunun üzerine bana çok kızdılar ve küfrettiler. Arkadaşlığımız o gece sona erdi.

Yıllar sonra, yaşamış olduğum tecrübenin, Mukaddes Kitabın olacağını önceden söylediklerinin başka bir örneği olduğunu anladım: “Kendinizi onlarla birlikte aynı sefahat seline atmamanızı garipseyerek şimdi size küfrediyorlar.”—I. Petrus 4:4, Müjde.

Lisedeki son yılım olan, 1965’te, Vietnam Savaşı kızıştı ve ben, mezun olduktan sonra ne yapacağım hususunda çıkmaz bir durumla yüz yüze geldim. Askere alınıp öldürmeye zorlanmak istemedim. Hayat almak hususunda—serçelerin veya insanların olsun—hâlâ güçlü duygulara sahiptim. Önümde kolay bir çıkış yolu vardı: bir üniversite takımında basketbol oynamak üzere burs kazanmak. Bunun yerine, kendimi hava kuvvetlerine, silahlı kuvvetlerin vahşi ormanlarda savaşıp insan öldürmemi talep etmeyen bir dalına kaydettirdim.

Dört yıllık hizmetimi tamamlamak üzere uçak makinisti olarak bir MAC (Military Airlift Command) birliğine tayin edildim. Temel eğitimden sonra, Tayvan’da bulunan CCK Hava Üssüne gönderildim. Bu 1968 yılının Ocak ayında idi. Hava filosundaki arkadaşlarımın çoğu, Vietnam, Tayland, Japonya ve Filipinler’e gitmelerini gerektiren görevlerde bulunuyorlardı. Onlar—eroin ve kokain gibi kuvvetli uyuşturucular da içinde olmak üzere—istedikleri her şeyi elde edebilirlerdi. Ben lisede uyuşturucu kullanmaya başlamıştım; şimdi ise onları satmaya başladım. Sekiz ay sonra, bağlı bulunduğumuz hava filosu, olduğu gibi o zaman ABD idaresi altında olan Okinawa, Japonya’ya yeniden tayin edildi. Uyuşturucu işimiz gelişmeye başladı.

Hava filosu kumandanım, beni, duruma bizzat bakmak üzere Vietnam’a gitmeye davet etti. Para ve heyecan için, önüme çıkan bu fırsatı hemen kabul ettim. Vietnam bol yeşillikleri ve beyaz kumlu plajlarıyla çok güzel bir ülkeydi. Vietnam halkı gerçekten samimi ve konuksever insanlardı. Onların kapılarını çalın, hemen sizi içeri alıp yiyecek bir şeyler ikram ederler. Sık sık şunu merak ettim: ‛Bu savaş neden yapılıyor? Bu insanlar neden hayvanlar gibi boğazlanıyor?’ Fakat Saygon’da ne kadar çok suç, kirli işler, bozukluk ve insanlık dışı şiddet gördüm! Hayat çok ucuzdu. Herhangi bir zamanda beraberce barış ve mutluluk içinde yaşamak konusunda insanlığın sahip olduğu yetenek ve istek hakkında ciddi kuşkular duymaya başladım.

Temmuz 1970’te şerefli bir şekilde hava kuvvetlerinden terhis edildikten sonra, kendi yurdum olan Robbins, İllinois’e geri döndüm. Bir iş bularak oraya yerleşmeye çalıştım, fakat durumlar farklıydı. İnsanlar ve yerler değişmişti. Evet, ben de değişmiştim. Vatanım artık bana vatanım gibi gelmiyordu. Düşüncelerim Uzak Doğu’ya odaklanıyor, zihnimde yer etmiş anılar üzerinde toplanıyordu. Doğu’ya tekrar geri dönme isteğim çok kuvvetli idi. Askerden terhis edildikten sekiz ay sonra, yalnız gidiş bileti alarak Okinawa, Japonya’ya döndüm.

Oraya döndüğümün ilk gecesi, eskiden vakit geçirmiş olduğum yerlerden birine, Tina’s Bar and Lounge isimli hareketli bir kulübe gittim. Geçmişte birlikte uyuşturucu ticareti yaptığımız arkadaşlarımdan birini orada, barda otururken görmek benim için sürpriz oldu. Birbirimizi gördüğümüze çok sevindik ve hemen Tayland’dan bir uyuşturucu kaçırmak planı hazırladık. Sahte kimlik kartları, izin kağıtları, üniforma ve benzeri şeylerimiz olduğu için, Tayland’a girmek üzere askeri personel kılığına girdik. Böylece, havalimanından Bangkok’a doğru yol aldık.

Orada, önceden temin edilmiş olan rehberimizle temas kurduk ve o bizi kütükten oyulmuş bir kayıkla vahşi ormanın karanlık kanalları ve bataklıklarından geçirerek tenha bir adaya getirdi. Orada, Tayland’daki uyuşturucu ticaretinin elebaşılarından biri tarafından karşılandık. O, öylesine cana yakın ve konuksever bir ev sahibiydi ki, yaptığımız işi hükümet memurlarına ihbar edeceği aklımızın ucundan bile geçmedi. Oysa o bunu yaptı. Bu, kendisinin yaptığı bazı yasadışı işleri görmezlikten gelmeleri için onlarla yaptığı bir sözleşmenin gereğiydi.

Hükümet memurları bizi Bangkok’taki otobüs terminalinde bekliyordu—ve ben elimde, içinde 30 kilo uyuşturucunun bulunduğu bir bavul taşıyordum! Otobüs terminalinin kapısından girdiğim anda, ensemde çeliğin soğukluğunu hissettim. Tayland polis kuvvetlerindeki bir albay 38’lik bir tabancayı başıma doğrultup çok sakin bir şekilde, “Lütfen, bana karşı koymaya çalışmayın” dedi. Orada tutuklanarak emniyet müdürlüğüne getirildik.

Biz, Okinawa’da üç ayakkabı kutusuna doldurulmuş eroin getirecek olan bir ortakla buluşacaktık. Mallarımızı birleştirerek, Okinawa’daki uyuşturucu piyasasını ele geçirmeyi düşünmüştük. Ortağımız, yanında eroinle buluşacağımız yere geldi, kutular bagaj hattından çıktığında, polis, eroin koklayan köpekleriyle birlikte orada idi. O eroininden ben de, içi marihuana ve amfetamin dolu bavulumdan oldum ve işimiz, başlamadan sona erdi. Kendimizi Klong Prem hapishanesinde bulduk. Orada ilkel koşullar hüküm sürüyordu. Yiyecek çok azdı. Günlük yiyeceğimiz, günde iki kez küçük tuzlu balıktan ve pirinç pilavından oluşuyordu. Orada, iki ay içinde 45 kilo kaybettim.

Hapishanede bulunduğumuz sırada, Amerikan konsolosluğundan olduğunu söyleyen uzun boylu, kibar görünüşlü bir bey ziyaretimize geldi. Bize yardım etmek istediğini fakat daha çok bilgiye ihtiyacı olduğunu söyledi. Ona güvenmedik. Bir süre sözü döndürüp dolaştırdıktan sonra, kendisi nihayet, bütün Güneydoğu Asya bölgesinin narkotik araştırma şefi olduğunu ve bizim ülke dışına uyuşturucu kaçırdığımızı saptamaya çalıştığını açıkladı. Ertesi gün benimle hususi olarak konuşmak üzere geri geldi.

Müfettiş, “benimle açık konuş” dedi. “Eğer bunu yapmazsan, seni temin ederim ki burada, bu hapishanede çürüyeceksin.” Bunun üzerine açık konuştum. Ona gerçeği söyledim. Sonra bana, “özel ajanım olarak çalışmak hakkında ne düşünürdün?” diye sordu. Bu soru beni tamamen hazırlıksız yakaladı, fakat sonuçta, bu gizli operasyonlarda onunla birlikte çalışmaya karar verdim.

Sonunda hapishaneden çıkarıldım ve özel narkotik ajanı olarak yeni hayatıma başlamak üzere Okinawa’ya döndüm. Benim görevim, uyuşturucu sağlayanları saptayıp tutuklamak amacıyla uyuşturucu alım satımları düzenlemekti. Bu şekilde bir buçuk yıl kadar çalıştım ve sonra bu işi bıraktım.

Zamanla, ortağımla birlikte Papa Joe’s adında bir taverna işletmeye başladık. Amerikan askerlerinin mümkün olduğu kadar fazla içki almalarını sağlamak üzere, hostes olarak çalıştırdığımız bar kızları vardı. Bir gece barda oturan bir adam bana şunu sordu:

“Sen Jimmy-san’sın, öyle değil mi?”

“Evet, benim.”

“Burada işin iyi gidiyor, değil mi?”

“Fena sayılmaz, neden soruyorsun?”

“Sana tavsiyem tekrar sokağa çıkma, sakın. Eğer bunu yaparsan, seni yakalayıp içeri atacağız.”

O zaman onun bir narkotik ajanı olduğunu ve göz altında bulunduğumu anladım. Ben çok şey biliyordum, onlar bana sokaklardan uzak durmam için uyarıda bulunuyorlardı. Bunun önemi yoktu. Şimdi zaten sokaklara çıkıp satış yapmıyordum. Sürdürmüş olduğum aşağılayıcı yaşam tarzından geri çekilmiştim.

Ayrıca, o sıralarda Doğu dinlerini inceleyerek yaşamın anlamını bulmaya çalışıyordum. Çok geçmeden onların da Hıristiyan âleminin Üçlük öğretisi kadar esrarengiz ve karmakarışık olduğunu anladım. Onlar da bana mantıksız geldi.

Sonra, evde yalnız olduğum bir sırada biri kapıyı çaldı. Kapıda yüzünde sıcak bir tebessüm olan yaşlı bir Japon kadın vardı. Esas dikkatimi çeken şey onun gözleriydi. Sanki ışınlar saçıyordu. Onun gözlerine bakarak doğru ve temiz biri olduğunu ve hileli bir iş yapmak üzere gelmediğini anlayabildim. İçimde onu dinlemem gerektiğine dair güçlü bir duygu belirdi. Bu duyguyu tarif edemezdim ama onu görmezlikten de gelemezdim. Böylece onu içeriye davet ettim.

Ancak mutfaktaki masanın başına oturduktan sonradır ki, onun söylediği şeyleri işitmeye başladım. Gençliğimde çok kereler kiliseye gitmiştim, fakat doğrudan doğruya Mukaddes Kitaptan söylenen buna benzer bir şey asla işitmemiştim. O bana, neden bu kadar kötülük olduğunu, Şeytan’ın bu dünyanın tanrısı olduğunu ve tüm bunların son günlerin alameti olduklarını gösterdi. Tüm kötülüğe bir son vermek üzere Tanrı yakında harekete geçecek ve temiz yeni bir adalet dünyası kuracaktı. Ben sık sık neden burada olduğumuzu, yaşamın herhangi bir anlamı olup olmadığını ve bu güzel yeryüzüyle ilgili bir amaç bulunup bulunmadığını merak ediyordum. Cevaplar Mukaddes Kitabın içindeydi; onlar her zaman oradaydılar.—Mezmur 92:7; Vaiz 1:4; İşaya 45:18; Daniel 2:44; II. Korintoslular 4:4; II. Timoteos 3:1-5, 13; II. Petrus 3:13.

O konuştukça, bu bilmecenin parçaları yerlerine oturmaya başladı. Yıllardır uyuyan, fakat yağmur düştüğü zaman filiz veren tohumlar gibi, Tanrı hakkındaki zihnimde uykuya dalmış olan düşünceler de, Mukaddes Kitabın hakikat suları ile yıkandıklarında birdenbire canlanmaya başladı.—Efesoslular 5:25; Vahiy 7:17.

Çok uzaklarda olan gökte değil, burada, bir cennet yeryüzünde ebediyen yaşamak. Bütün dünya bir Aden bahçesi. Sayısız milyonlarca ölüyü geri getiren bir dirilme ve Aden bahçesine benzeyen yeryüzü Cennetinde ebediyen yaşamak üzere onlara verilecek olan fırsat. Ağrı yok, gözyaşları yok, ıstırap yok, suçlar yok, hastalık yok, ölüm yok—Yehova’nın Mesihi Krallığı altında gerçekleşecek olan bu nimetleri ilan eden sayısız ayetler, zihnimde, Yehova’nın itaatkâr insanlık için sakladığı şeyler hakkında parlak görüntüler çizdi.—Mezmur 37:10, 11, 29; Süleymanın Meselleri 2:21, 22; Yuhanna 5:28, 29; 17:3; Vahiy 21:1, 4, 5.

Bunlar acaba inanılmaz şeyler miydi? Kadın, söylediği her şeyi Mukaddes Kitaptan kanıtladı. O konuştukça, Mukaddes Kitap bana ilk kez billur gibi berrak, mantıksal geldi ve gözümde canlı bir hale geldi. İki şeyin farkına vardım: Birincisi, bu, Hıristiyan âleminin dinlerinin sahte inançları ve öğretileri tarafından kirletilmeyen, Tanrı’nın Sözünden gelen temiz hakikatti ve ikincisi, Tanrı’nın kanun ve standartlarına uymak üzere yaşamımda değişiklikler yapmam gerekiyordu.—Mezmur 119:105; Romalılar 12:1, 2; I. Korintoslular 6:9-11; Koloseliler 3:9, 10.

Üç saat konuştuk, hayatımı değiştiren üç saat. Haruko İsegawa isimli kadın, gitmeden önce, bana Yehova’nın Şahitlerinin ibadetlerine nerede katılabileceğimi söyledi. O aynı zamanda benimle Mukaddes Kitabı tetkik etmek üzere her hafta gelmeye başladı. Sonraki hafta ilk kez Yehova’nın Şahitlerinin bir ibadetine katıldım. Öğrenmekte olduğum şeylerin düşünce ve davranışım üzerinde derin etkisi vardı. Aniden hızlı değişiklikler yaptım. Eski arkadaşlarımdan çokları için bu biraz fazla ve çabuk idi ve benden ayrılmalarına neden oldu. Bazı eski arkadaşlarımı kaybettim, fakat İsa’nın vaat etmiş olduğu gibi, birçok yenilerini kazandım. (Matta 19:29) Hemşire İsegawa’nın beni ilk ziyaretinden on ay sonra, 30 Ağustos 1974 tarihinde Yehova’nın Şahitlerinden biri olarak vaftiz edildim.

Ertesi ay ABD’ne döndüm ve oturduğum şehirdeki Robbins cemaatiyle birlikte bulunmaya başladım. Bunu takip eden yılda Yehova’nın Şahitlerinin Brooklyn, New York’ta bulunan dünya merkezini, “Tanrı’nın Evi” anlamına gelen Beytel’i ziyaret ettim. Bugün orada üç bini aşkın gönüllü işçi çalışmaktadır, başka bin kadar kişi de New York eyaletinde bulunan Watchtower Farms’da çalışmakta olup, dünya çapında dağıtılan Mukaddes Kitap yayınları basmaktadırlar. Bu ziyaret, orada hizmet etmekle ilgili duyduğum kuvvetli arzuyu artırdı ve Eylül 1979’da, Yehova bana bu mükemmel imtiyazı bağışladı.

Beytel’e gittikten birkaç ay sonra, başka bir birader benim çalıştığım kısma tayin edildi. Onda bana yabancı olmayan bir şey vardı, fakat bunun ne olduğunu bir türlü bulamadım. Onu daha yakından tanıdıktan sonra, ikimizin de aynı anda Okinawa’da olduğunu, aynı bloklarda oturduğumuzu ve ikimizin de uyuşturucu satıcısı olduğunu anladık. Sevinçli bir şekilde tekrar bir araya geldik. Şu anda kendisi ve karısı Yehova’nın dolgun vakitli hizmetçileri olarak Mikronezya Adalarında hizmet ediyorlar.

Sonra, 1981 yılında Yehova beni Bonnie isminde sevgi dolu bir eşle nimetlendirdi ve beraberce burada, Beytel’de hizmet ederken, sayısız zengin bereketlere sahip olduk. Kendimi, Mezmur 23, ayet 6’da kendini ifade eden mezmur yazarı Kral Davud gibi hissediyorum: “Evet, hayatımın bütün günlerinde iyilik ve inayet ardımca yürüyecek, ve günlerin devamınca RABBİN (Yehova’nın) evinde oturacağım.”

Bir gün Matta 10:29, 31 ayetlerini okudum. Bu beni çocukluk çağıma geri götürdü: “İki serçe kuşu bir paraya satılmaz mı? ve Babanızın izni olmadıkça onlardan hiç biri yere düşmez.” Yehova benim öldürmüş olduğum serçeden acaba haberdar mıydı? Devamen şunları okuduğum zaman, içim ferahladı: “İmdi korkmayın, siz bir çok serçe kuşlarından daha değerlisiniz.”—James Dyson tarafından anlatıldı.

[Sayfa 19’daki pasaj]

‛Bu insanlar neden hayvanlar gibi boğazlanıyor?’

[Sayfa 20’deki pasaj]

Ensemde çeliğin soğukluğunu hissettim

[Sayfa 21’deki pasaj]

Polis, eroin koklayan köpekleriyle birlikte orada idi

[Sayfa 22’deki pasaj]

İçimde onu dinlemem gerektiğine dair güçlü bir duygu belirdi

[Sayfa 23’teki resim]

Eşim Bonnie ile

    Türkçe Yayınlar (1974-2025)
    Oturumu Kapat
    Oturum Aç
    • Türkçe
    • Paylaş
    • Tercihler
    • Copyright © 2025 Watch Tower Bible and Tract Society of PA
    • Kullanım Şartları
    • Gizlilik İlkesi
    • Privacy Settings
    • JW.ORG
    • Oturum Aç
    Paylaş