“Aptalca Bir Şey Yapma Yoksa Seni Öldürürüm”
Tabanca namlusunun ucu arabamın hafifçe açılmış olan camından içeri sokularak başıma dayandı. Ardından sesi duydum:
“Bana bakma, bayan. Kapıyı aç. Yandaki oturulacak yere kay bakalım.” Söylediği gibi yaptım. Adam direksiyonun başına geçti, tabanca hâlâ üzerime doğrultulmuş durumdaydı.
“Bankanın anahtarı sende mi?”
“Bende anahtar yok. Birazdan bankayı açmak için biri gelecek.”
“Aptalca bir şey yapma” diye uyardı, “yoksa seni öldürürüm.” Arabamı çalıştırdı ve oradan uzaklaştık.
Böyle bir şey ilk kez başıma gelmiyordu. Trust Company Bank’ın bir şubesinde kasa memuru olarak çalışıyordum. Geçen nisan ayında bir kadın çantasını bana doğru tutarak şunları söylemişti: “Bunun içinde tabanca var. Haydi bakalım, parayı çıkar.” Dediği gibi yapmıştım.
Birkaç hafta sonra, görev yaptığım gişeye bir adam gelmişti. Tabancası tamamen dışardaydı. “Parayı ver.” Deste halindeki banknotları uzattım.
Bıkmıştım artık. Başka bir şubeye transferimi istedim. Ricam yerine getirildi. Ve şimdi bu 23 Mayıs, Perşembe gününün sabahı, Columbus, Georgia’daki Peachtree Mall isimli yeni şubenin park yerinde arabamda oturmaktayım. Bankanın açılmasını bekliyorum. Saat tam 8.25. Ben genelde işe birkaç dakika önce gelir ve o günle ilgili Mukaddes Kitaptan seçilen ayeti okurum. O sabah, günün ayeti Matta 6:13 idi, orada şöyle der: “Bizi şerirden kurtar.” Bu ayetin gelecek iki gün boyunca benim için çok önemli olacağı o anda hiç aklıma gelmemişti.
Sadece iki haftadır bu yeni şubede çalışıyordum ve henüz anahtarım yoktu. Arabamın kapısının camı birkaç santimetre indirilmiş olarak, az önce okuduğum ayet üzerinde düşünürken camın açık olduğu yerde tabanca namlusunun ucu görünmüştü. Bundan önceki iki keresinde soyguncular bankadaki parayı alarak kaçmıştı. Bu defa ise, soyguncu yanında beni götürüyordu.
Adam arabayı sürerken yüksek sesle dua etmeye başladım: “Yüce Yehova, lütfen bana yardım et!”
“Yehova da kim?” diye sordu beni kaçıran.
“Benim tapındığım Tanrı.”
“Bana bakma! Pencereden dışarıya doğru bakmaya devam et! Yehova .... şu Watchtower dergisi, Yehova’nın Şahitleri, öyle değil mi?”
“Evet.”
“New York’ta otururken onları tanımıştım. Ben Katoliğim. Her neyse, duanı sessizce yap. Onu işitmek istemiyorum.” Şunu ekledi: “Bak, sana zarar verecek değilim. Ben paranın peşindeyim, senin değil. Aptalca bir harekette bulunma, sana bir zarar gelmeyecek.”
Arabada gittiğimiz sürece bana hep banka hakkında sorular sordu. Bankayı açmaya kim gelecek? Müşteriler saat kaçta içeri alınmaya başlayacak? İçerde ne kadar para var? Banka hakkında buna benzer bir sürü sorular. Bu sorulara yeteneğim ölçüsünde en iyi şekilde cevap veriyor ve aynı zamanda sessizce dua ediyordum. Bu durumdan sağ salim kurtulmak üzere bana yardım etmesi için Yehova’ya yalvarıyordum.
Yaklaşık on dakika sonra, ormana doğru giden bir toprak yola girdi. Biriyle buluşmayı beklediği belliydi, çünkü kendi kendine: “Nerede kaldı? Nerede kaldı?” diye mırıldanıyordu. Arabayı durdurarak dışarı çıktı ve sürücü koltuğuna doğru kayarak dışarı çıkmamı söyledi, sırtım sürekli olarak ona dönüktü. Tabancayı böğrüme dayayıp ormanın derinliklerine doğru beni götürdü, gözlerim sürekli yere baktığı için onu göremiyordum. Giysilerim ve yüksek ökçelerimle sık çalılıkta yürümek çok zordu. Beni bir ağaca yönelterek yüzüm ağacın gövdesine dönük durumda gözlerimi ve ağzımı kuvvetli bir bant ile bağladı. Yine bantla ellerimi arkamda birbirine bağladı ve sonra beni belimden ağacın gövdesine bantlayarak sıkıca bağladı.
O anda şiddetli bir şekilde titriyordum. Titremekten vazgeçmem için uyardı. Bantlanmış ağzımla mırıldanarak bunun elimde olmadığını söyledim. “Peki, peki, ancak sakin ol. Biri seni gözetliyor, kendini çözmeye uğraştığın takdirde, seni öldürecek.” Bu sözleri söyledikten sonra yanımdan ayrıldı. “Bizi şerirden kurtar” diyen günün ayetini hatırlıyor ve bunun o anda benim için ne kadar uygun olduğunu düşünüyordum.
Çok geçmeden geri döndü, ama başka bir arabayla—benim arabam olsaydı, motorun sesinden tanırdım. Belki kendi arabasıyla benimkini değiştirmiş olabilir. Belimi ağacın kütüğüne bağlayan bandı çıkardı fakat gözlerimi ve ağzımı kapayan bantları bıraktı; bileklerim hâlâ arkamda bantla bağlı durumdaydı. Beni tekrar çalılıklardan geçirerek arabaya getirdi. Bagajın kapağını açtı, beni bir paket gibi içeri atıp kapağı kapadı ve sürmeye başladı.
Tekrar dua etmeye başladım. Başıma gelecek olan şeylere tahammül etmeme yardım edecek kuvveti vermesini Yehova’dan rica ederek günün çoğunu dua ederek geçiriyordum. Belki 15 veya 20 dakika yol aldıktan sonra arabayı durdurdu, bagajı açtı, ağzımı kapatan bandı çıkarıp benden bankanın telefon numarasını sordu. Numarayı kendisine verdikten sonra bankadaki amirimin kim olduğunu sordu. Bunu kendisine söyledikten sonra ağzımı tekrar bantladı. O zaman bankaya telefon ederek para talep etmiş—150.000 dolar, bunu sonradan öğrendim.
Kendisi George’a—o gün bankada bulunan memurun ismi—öğleden sonra saat 14.00’te parayla birlikte Atlanta’nın güneyindeki belirli bir telefon kulübesinde olmasını, o zaman ek talimatlar alacağını söyledi. Bu gelişmelerden beni haberdar ederek kısa zamanda özgür olacağıma dair bana güvence verdi. Bununla birlikte, saat 14.00’e kadar daha uzun zaman geçmeliydi ve ben hâlâ kasılmış ve bağlanmış vaziyette arabanın bagajında bulunuyordum, ısı da sürekli yükseliyordu. Saatler gittikçe daha uzun gelmeye başladı. Ne durumda olduğumu görmek için bir iki kez bagajın kapağını açarak bana baktı. “Tanrı Yehova seninle ilgileniyor” diyerek fikrini söyledi. Demek ki o sabah Yehova’ya ettiğim duayı hatırlıyordu.
Ailemi merak ediyordum. Acaba kaybolduğumu biliyorlar mıydı? Eğer biliyorlarsa, tepkileri neydi? Kendimden çok onlar için kaygı çekiyordum. Farklı Mukaddes Kitap ayetleri üzerinde düşündüm. Bunlardan biri, Yehova’nın ismi “kuvvetli kuledir; salih onun içine koşar, ve emin olur” diyen ayet idi. Başka biri ise “her kim Rabbin ismini çağırırsa, kurtulacaktır” diyordu. Ve ben Pavlus’un “durmadan dua edin” öğüdünü kesinlikle uyguluyordum. (Süleymanın Meselleri 18:10; Romalılar 10:13; I. Selanikliler 5:17) Mukaddes Kitap ayetlerine ek olarak, ilahilerin söz ve müziği tekrar ve tekrar zihnimden geçti, örneğin ‛Yehova, kayam, kuvvetim ve kudretim’ ve ‛Yehova sığınağım’ gibi ilahiler.
Özel denemelere dayanmaları için Yehova’nın başkalarına yardım ettiğiyle ilgili, daha önce Watchtower dergisinde okuduğum tecrübeleri hatırladım. Awake! dergisinde okuduğum ve aklımda kalan bir tanesi, bir Şahidin bir banka soygununda rehine olarak tutulmasıyla ilgili tecrübeydi. Soyguncu, bu kadın Şahidi ensesinden sıkıca kavramış ve bir el bombası sallayarak onu tehdit etmişti. Onun sıkıntısı saatlerce devam etti; polis dışarda beklerken, kendisi ve soyguncu içerde gizlendiler. Bu kadın da Yehova’ya dua ederek ve Mukaddes Kitap ayetlerini hatırlayarak başına gelen sıkıntıya tahammül etti ve sağ salim ailesine döndüğünde cesareti ödüllendirilmiş oldu.
Nihayet araba durdu ve sürücü arabadan dışarı çıktı. Kolum arkadan bağlanmış olduğundan, saatimi göremiyordum, fakat sanıyorum tam 14.00 idi ve banka memuru George ile irtibat kurmaya gitti. Çok geçmeden kurtuluşumla ilgili umutlar beslemeye başladım. Fakat durum düşündüğüm gibi olmadı. Belli ki, planları pürüzsüz yürümedi, arabayı tekrar sürmeye başladı.
Aniden motor, yarıştaymış gibi çalışmaya başladı ve arabayı tam hızla ileri doğru gazladı! Sadece arabayı aşırı hızla sürmekle kalmıyor, aynı zamanda trafiğin içinden kaçarcasına direksiyonu sağa sola kırarak zikzaklar yapıyordu. Bagajın her tarafına doğru savrulup duruyordum. Vücudum hiç durmadan havaya zıplıyor ve başım bagajın yan taraflarına çarpıyordu. Ellerim ve kollarım arkadan bağlı olduğu için, savrulduğum zaman kendimi sıkıca tutamıyor veya oraya buraya çarpmama engel olamıyordum. Bu durum belki on dakika kadar devam etti, ama bana daha da uzun geldi.
Kısa bir süre sonra arabayı durdurdu, ne durumda olduğumu görmek için bagajı açtı. Vücudumun aldığı darbelerden dolayı ıstırap içinde ve fena halde sarsılmış olduğum belliydi. Kalbim hızla çarpıyor ve zorlukla nefes alıyordum. Her tarafım ter içinde kalmıştı ve ellerim arkada bağlı olduğundan silecek durumda değildim. Gözlerimi ve ağzımı kapatan bandın arasında kalan burnumla nefes almak benim için özellikle çok zordu. Daha kolay nefes alabilmem ve istediğim takdirde konuşabilmem için, ağzımdaki bandı kısa bir süre için çıkardı.
Bana, gözetim altındayken polis tarafından arabasının tespit edilmiş olabileceğini, takip edildiğini söyledi. Bu yüzden o kadar hızlı sürüyor ve diğer arabalara çarpmamak için direksiyonu sağa sola kırıyordu. Polisten kurtulmayı başarmıştı. Parayı henüz almadığını, biraz daha uzun sürecek olan bir şey denemek istediğini fakat benim kaygı çekmeme gerek olmadığını açıkladı. Fiziksel olarak bana zarar vermeyeceğini söyleyip, maksadının bu olmadığı hususunda bana yeniden güvence verdi. Paraya ihtiyacı vardı ve bunu elde etmesinde ben kilit rolü oynuyordum. Bunu söylediği zaman içim rahatladı, çünkü daha önce, beni incitmeye başladığı takdirde doğru olan şeyi yapmama yardım etmesi için Yehova’ya dua etmiştim.
Saatler bir türlü geçmiyordu. Arabayı birkaç kez durdurdu, bunu telefon etmek ya da fidye parasını herhangi bir yerden almak amacıyla yapmış olabilir. Bir keresinde durduğunda, arabanın deposuna benzin doldurduğunu işittim. Bagajda o kadar kasılmış durumdaydım ki elimden geldiğince sağa sola döndüm ve biraz ses çıkardım. Hemen bagajın kapağını açarak ses çıkarmamam konusunda beni uyardı. Saatin kaç olduğunu merak ediyordum. Bir kez saatin 14.00 olduğunu söylemesinden başka, bana vakti hiçbir zaman tam olarak söylemedi. Hâlâ Atlanta civarında olduğumuzu biliyordum, çünkü hava limanına inip kalkan uçakları işitebiliyordum.
Daha sonra bagajın kapağını açıp şöyle diyordu ‘bir saat daha sürecek. Bir saat daha ve özgür olacaksın.’ Bunu çok kereler söylemişti. Ona artık inanmıyordum. Ancak ümidimi kesmedim. O gün aşırı sıcak bir gün değildi, fakat kapalı olduğu için bagajın içi havasızdı ve ısı gittikçe artıyordu. Çok terliyordum ve nefes almak her geçen dakika daha da zorlaşıyordu. Ölürsem beni diriltmesi için Tanrı’ya dua etmeye başladım çünkü daha ne kadar zaman nefes alabileceğimden emin değildim.
Öldüğüm takdirde, buna dayanabilmeleri için Yehova’nın aileme yardım edeceğini ümit ettim. Kendim için duyduğum kaygıyı ailem için de duyuyordum. Öldüğüm takdirde, dirilmede Yehova’nın beni geri getireceğini ve O’nun vaat ettiği adil yeni dünyasında aileme tekrar kavuşacağımı biliyordum. (Yuhanna 5:28, 29; II. Petrus 3:13) Beni destekleyen, Yehova ve O’nun vaatleri hakkındaki düşüncelerimdi.
Sürücü bagajı tekrar açtı. Karanlıktı—saatler önce karanlık çökmüştü. O bu arada daha pek çok telefon konuşması yaptı, fakat tüm bu çabaları parayı elde etmesini sağlayamadı. Uğraşmaktan artık bıktığını, beni Columbus’a geri götürüp orada serbest bırakacağını söyledi. Oraya vardığımızda, tamamen bitkin durumdaydım. Bagajda ölü gibi yatıyor ve her şeyin sona ermesini arzu ediyordum. Fakat birden kendimi toparlayarak şunu düşündüm: ‘Hayır, tetikte olmalıyım. Kendimi muhakkak uyanık tutmalıyım. Her şey yakında sona erecek. Pes etti artık ve beni eve götürüyor.’
Beni arabamın yanında serbest bırakmak istedi ama arabam tahmin ettiği yerde değildi. Beni Yehova’nın Şahitlerinin bir İbadet Salonuna getirdi, fakat seyahat eden nazırlarımızdan birinin oturduğu dairenin ışıkları yanıyordu. “Seni insanların bulunduğu bir yerde bırakmam!” Buna rağmen, ilk kez bagajdan çıkmama izin verdi. Gözlerim hâlâ bağlı ve ellerim hâlâ arkadan bantlı durumdaydı, ama ağzımdaki bandı çıkardı. Kendimi sersem gibi hissettim, yürüyecek durumda değildim—bacaklarım korkunç şekilde uyuşmuştu. Beni tekrar bagaja koydu, arabayı biraz öteye sürdü, bir Baptist kilisesinin arkasında beni bıraktı ve çekip gitti. Cuma sabaha karşı saat 1.30’du.
Gerçekten sersem gibiydim, yere oturdum ve o anda kendimden geçtim. Son hatırladığım şey, çekip giderken duyduğum arabasının sesiydi. Üç saat sonra kendime geldiğimde çimenlerin ve çamurun üzerinde yatıyordum. Bileklerimdeki ve sonra gözlerimdeki bandı çıkarmayı başarabildim. Saatime baktım. 5’e çeyrek vardı. Tam 17 saat süresince bagajda ve üç saat de bilinçsiz olarak yerde yatmıştım. Bacaklarım titrek ve uyuşmuş olarak bir yolda yürümeye başladım. Bir adam evinin önünden kamyonuyla arka arka yola doğru çıkıyordu. Ona, kaçırılmış olduğumu ve aileme ve polise telefon etmem gerektiğini söyledim. On dakika içinde polis oradaydı. Artık her şey bitmişti.
Kontrolden geçmek üzere sağlık merkezine götürüldüm. Tam 20 saat boyunca ne bir şey yeme ya da içme ne de tuvalete gitme olanağım olmuştu ve sadece son üç saat boyunca biraz uyuyabilmiştim. Vücudumun her tarafında ezikler vardı, giysim çamurlu, saçım karmakarışık, yüzüm kirden ve bantların bıraktığı izlerden berbat bir hale gelmişti. Fakat bunlardan hiçbiri, kocam Brad, annem Glenda ve beni karşılamak üzere orada bir araya toplanmış çok sevgili akraba ve dostlarla tekrar buluşmaktan doğan sevincimi gölgelemedi. Onların beklemek ve kaygı çekmekten doğan sıkıntıları benimkinden farklıydı fakat bir bakıma daha da ıstırap vericiydi.
Sağlık merkezinden, soruşturmaya yardım etmek ve ifade vermek üzere karakola gittim. 25 Mayıs 1991 tarihli Columbus Ledger-Enquirer gazetesinde rapor edildiği gibi, polis, beni kaçıranın bu arada yakalandığını, “geçen hafta sonu gerçekleşen ırza tecavüz ve ağır cinsel sapıklıktan dolayı da suçlandığını” ve bu olayın beni kaçırmasından hemen önce olduğunu söyledi. Bu aynı basın haberinde, olayla ilgili basın yasağı konulması talebiyle ilgili olarak Polis Şefi Wetherington’un açıklanması da rapor edildi: “Biz Lisa’nın hayatından gerçekten endişe duyduk.” Bütün bunlar, beni koruyan şeyin Yehova’ya olan güvenim olduğu hususunda daha fazla ikna olmama yardım etti.
Evde, hayatımdaki en güzel sıcak banyoyu aldım, tatlı ve tazelendirici bir uykuya daldım; fakat derin uykuya dalmadan önce minnettar bir yürekle bir kez daha Matta 6:13’ten alınan ve benim için hâlâ teselli kaynağı olan günün ayetini düşündüm ve Mezmur 146:7 ayetiyle uyum içinde olarak ‛esir edildikten sonra azat edilmeyi’ yaşadım.—Lisa Davenport tarafından anlatılmıştır.
[Sayfa 25’teki pasaj]
“Duanı sessizce yap. Onu işitmek istemiyorum”
[Sayfa 25’teki pasaj]
Bagajın kapağını açtı, beni bir paket gibi içeri atıp kapağı kapadı ve sürmeye başladı
[Sayfa 26’daki pasaj]
Vücudum hiç durmadan havaya zıplıyor ve başım bagajın yan taraflarına çarpıyordu
[Sayfa 27’deki pasaj]
Bagajda ölü gibi yatıyor ve her şeyin sona ermesini arzu ediyordum
[Sayfa 28’deki pasaj]
Üç saat sonra kendime geldiğim zaman, çimenlerin ve çamurun üzerinde yatıyordum