Bölüm 4
Yaşam Rastlantı Sonucu Başlamış Olabilir mi?
1. (a) Charles Darwin, yaşamın kökeni hakkında hangi itirafta bulundu? (b) Çağdaş evrim kuramı yeniden hangi fikri benimsedi?
CHARLES DARWIN evrim kuramını ortaya attığı zaman yaşamın, “Yaradanın başlangıçta bütün özünü birkaç ya da bir biçime üfür”mesiyle başlamış olabileceğini itiraf etti.1 Oysa çağdaş evrim kuramı, genellikle bir Yaratıcı’nın sözünü bile etmekten kaçınmaktadır. Bunun yerine, bir zamanlar reddedilmiş olan, kendiliğinden türeyen yaşam kuramının düzeltilmiş bir şekline yeniden rağbet kazandırmıştır.
2. (a) Kendiliğinden türemeyi savunan hangi eski inanç çürütüldü? (b) Evrimciler, her ne kadar şimdi yaşamın kendiliğinden oluşmadığını itiraf ediyorlarsa da, geçmişle ilgili neyi kabul ediyorlar?
2 Kendiliğinden türemenin bir şekline duyulan inanç aslında yüzyıllar öncesine dayanır. 17. yüzyılda, aralarında Francis Bacon ve William Harvey’in bulunduğu saygın bilim adamları bile bu kuramı benimsediler. Oysa 19. yüzyıla girerken, Louis Pasteur ve diğer bilim adamları bu kurama öldürücü bir darbe indirerek, yaşamın sadece daha önce var olan yaşamdan meydana gelebileceğini deneylerle kanıtladılar. Her şeye rağmen evrim kuramı zorunlu olarak, mikroskobik yaşamın uzun yıllar önce bir şekilde cansız maddeden kendiliğinden oluşmuş olduğunu kabul eder.
Kendiliğinden Türemenin Yeni Bir Şekli
3, 4. (a) Yaşamın kökenine götüren basamaklarla ilgili nasıl bir özet sunuluyor? (b) Yaşamın rastlantı sonucu başlamasının olanaksızlığına rağmen, evrimciler hangi iddiada bulunuyorlar?
3 Richard Dawkins, Gen Bencildir isimli kitabında, yaşamın başlangıç noktası ile ilgili şimdi geçerli olan bir evrimsel görüşü özetliyor. Onun varsayımına göre, başlangıçta Yer’in karbondioksit, metan, amonyak ve su karışımlı bir atmosferi vardı. Güneş ışınlarının ve belki yıldırımların, şimşeklerin ve patlayan volkanların da sağladığı enerji sayesinde bu basit bileşimler önce ayrıştılar, daha sonra yeniden toplanıp aminoasitleri oluşturdular. Bunların birkaç çeşidi denizlerde yavaş yavaş birikti ve onlardan protein benzeri bileşimler meydana geldi. Sonunda okyanuslar bir “organik çorba” haline geldi ama hâlâ yaşamdan bir eser yoktu.
4 Sonra ise, Dawkins’in açıklamasına göre, “rastlantısal olarak, dikkate değer özellikleri olan bir molekül oluştu”—bu kendi kendine çoğalma yeteneğine sahip bir moleküldü. Böyle bir rastlantının gerçekleşme olasılığının çok düşük olduğunu itiraf etmesine rağmen Dawkins, bunun yine de bir şekilde gerçekleşmiş olması gerektiğini savunur. Benzeşen moleküller kümeleştiler ve yine aşırı derecede olasılık dışı bir rastlantı eseri, etraflarını başka protein moleküllerinden oluşan bir duvarla örerek koruyucu bir zar oluşturdular. Böylece, iddiaya göre, ilk canlı hücre türemiş oldu.2
5. Çıkan yayınlarda yaşamın kökeni genellikle nasıl ele alınıyor; oysa bir bilim adamı buna ilişkin ne diyor?
5 İşte bu noktada okuyucu, Dawkins’in, kitabının önsözünde bulunan şu yorumla ne demek istediğini yavaş yavaş anlamaya başlar: “Bu kitap bir bilimkurguymuşcasına—ya da ona benzer birşey gibi—okunmalı.”3 Aslında bu konu ile ilgilenen bir okuyucu, bu tür bir yaklaşımın sadece bu yazara özgü olmadığını fark edecektir. Evrim hakkında yazılan diğer kitapların çoğu, yaşamın cansız maddeden nasıl türediğini açıklamak gibi çetin bir soruna hafifçe değinip kaçıyorlar. Bundan dolayı, Cambridge Üniversitesinin hayvanbilim bölümünde profesör olan William Thorpe, meslektaşı bilim adamlarına şunları söyledi: “Son 10 ya da 15 yıl içinde yayımlanmış olan ve yaşamın başlangıç şeklini açıklamakta işin kolayına kaçan tüm yazılı varsayım ve tartışmaların fazlaca akıldışı olduğu ve pek önemli olmadığı ispatlanmış bulunuyor. Aslında sorunun çözümü en az geçmişteki kadar uzak görünüyor.”4
6. Artan bilgi neyi gösteriyor?
6 Son zamanlardaki bilgi patlaması, cansız ve canlı şeyler arasındaki uçurumu sadece daha da derinleştirdi. Bilinen en eski tek hücreli organizmaların bile akıl almaz ölçüde karmaşık olduğu anlaşılmıştır. Gökbilimci Fred Hoyle ile Chandra Wickramasinghe, “biyolojinin problemi basit bir başlangıca ulaşmaktır,” diyerek şu açıklamada bulunuyorlar: “Kayalarda bulunan eski yaşam türlerine ait fosil kalıntıları basit bir başlangıca işaret etmiyor. . . . . bundan dolayı evrim kuramı doğru düzgün bir temelden yoksun.”5 Üstelik bilgi ilerledikçe, inanılmaz derecede karmaşık olan mikroskobik yaşam biçimlerinin nasıl rastlantı eseri ortaya çıkmış olabileceğini açıklamak daha da zorlaşmaktadır.
7. Yaşamın kökenine götürdüğü iddia edilen temel basamaklar nelerdir?
7 Evrim kuramının bakış açısından, yaşamın kökenine giden temel basamaklar şunlardır: (1) Elverişli ilkel bir atmosfer ile (2) okyanuslarda, yaşam için gerekli olan “basit” moleküllerin yeterli yoğunlukta bulunduğu bir organik çorbanın var olması. (3) Bunlardan proteinler ve nükleotitler (karmaşık kimyasal bileşimler) oluşur ve (4) bunlar birleştikten ve bir zar edindikten sonra (5) bir genetik kod geliştirip kendilerinin kopyalarını yapmaya başlarlar. Acaba bu basamaklar bilinen gerçeklerle uyumlu mu?
İlkel Atmosfer
8. Stanley Miller’in ünlü deneyi ile daha sonraki deneyler hangi yönden başarısız oldu?
8 Stanley Miller 1953’te, hidrojen, metan, amonyak ve su buharından oluşan bir “atmosferin” içinden elektrik kıvılcımı geçirdi. Bu deney, şimdi var olan ve proteinlerin yapıtaşı olan pek çok aminoasitten bazılarının üremesini sağladı. Ama Miller, yaşamın var olması için şart olan 20 çeşit aminoasitten sadece 4 tanesini elde edebildi. Bundan 30 yılı aşkın bir süre sonra bile bilim adamları, yaşam için gerekli 20 çeşit aminoasitin hepsini, bilimsel açıdan geçerli sayılabilecek şartlar altında yaptıkları deneylerle üretmekte başarılı olamadılar.
9, 10. (a) Yerkürenin ilkel atmosferinin olası bileşiminin nasıl olduğuna inanılıyor? (b) Evrim hangi ikilem ile yüz yüze geliyor? Yerkürenin ilkel atmosferi hakkında ne biliniyor?
9 Miller, yerkürenin ilkel atmosferinin, deney kabının içinde oluşturduğu atmosferle aynı olduğunu varsaymıştı. Neden acaba? Çünkü kendisinin ve bir yardımcısının daha sonra söylediği gibi: “Biyolojinin ilgi alanına giren bileşimlerin sentezi yalnızca indirgen [atmosferde serbest oksijenin bulunmadığı] koşullarda gerçekleşir.”6 Oysa başka evrimciler oksijenin var olduğu kuramını öne sürüyorlar. Bu durumun evrim açısından yarattığı çelişkiyi Hitching şöyle ifade ediyor: “Havada oksijen olsa, ilk aminoasitin oluşumu asla başlayamazdı; oksijen olmasa, bu defa oluşan aminoasit kozmik ışınlar tarafından yok edilirdi.”7
10 Gerçek şu ki, yerkürenin ilkel atmosferinin yapısını saptama yönünde yapılacak her çalışma ancak tahmin ve varsayımlara dayanabilir. O atmosferin yapısını kimse kesin olarak bilmiyor.
“Organik Çorba” Oluştu mu?
11. (a) Okyanuslarda bir “organik çorba” birikmiş olması neden olasılık dışıdır? (b) Miller, elde etmeyi başardığı birkaç aminoasiti nasıl kurtarabildi?
11 Acaba atmosferde oluştuğu düşünülen aminoasitlerin aşağı doğru sürüklenerek okyanuslarda bir “organik çorba” meydana getirmiş olması ne derece olasıdır? Böyle bir olasılık pek yoktur. Atmosferdeki basit bileşimleri ayrıştıracak enerji, oluşmuş olan karmaşık aminoasitlerin herhangi birini çok daha çabuk ayrıştırırdı. İlginç olarak, bir “atmosferin” içinden elektrik kıvılcımı geçirme deneyinde Miller, elde ettiği dört tür aminoasiti kurtarmayı başardıysa da bunu, onları kıvılcım alanından derhal uzaklaştırmış olmasına borçludur. Eğer onları orada bırakmış olsaydı, kıvılcım hepsini ayrıştırırdı.
12. Bazıları okyanuslara ulaşmış olsaydı bile, aminoasitlere ne olurdu?
12 Buna rağmen, aminoasitlerin bir şekilde okyanuslara ulaştığını ve atmosferdeki tahrip edici morötesi ışınımlardan korunduğunu varsayarsak nereye varırız? Hitching bunu şöyle açıkladı: “Su yüzeyinin altında, bundan sonraki kimyasal tepkimeleri harekete geçirecek seviyede enerji zaten yoktur; su, her durumda daha karmaşık moleküllerin oluşmasını engeller.”8
13. Sudaki aminoasitler, protein oluşturmak için ne yapmalı; ama bu kez de hangi tehlike ile yüz yüze gelirler?
13 Buna göre, suya girmiş aminoasitlerin daha büyük moleküller oluşturabilmeleri ve yaşamın oluşmasına yarayan proteinlere dönüşme yolunda evrimlenmeleri için sudan çıkmaları gerekir. Ama sudan çıkar çıkmaz, kendilerini yine tahrip edici morötesi ışınımların etkisi altında bulurlar! “Başka sözlerle,” Hitching’in söylediği gibi, “yaşamın evriminin bu ilk ve nispeten kolay [aminoasitler elde etme] aşamasını geçmenin teorik olasılığı bile ürkütücüdür.”9
14. Öyle ise evrimcilerin karşılaştığı en çetin sorunlardan biri nedir?
14 Her ne kadar yaşamın okyanuslarda kendiliğinden ortaya çıktığı sık sık iddia ediliyorsa da, aslında su kitleleri bunun için gereken kimyasal tepkimelere uygun bir ortam değildir. Kimyacı Richard Dickerson bunu şöyle açıklıyor: “Bundan dolayı polimerizasyon [büyük moleküller oluşturmak üzere küçük moleküllerin birbirine bağlanması] işleminin ilkel okyanustaki sulu ortamda nasıl gerçekleşebildiğini anlamak zordur, çünkü suyun varlığı polimerizasyondan çok depolimerizasyon [büyük moleküllerin daha basit moleküllere ayrışması] olayını kolaylaştırır.”10 Biyokimyacı George Wald, bu görüşe katıldığını şu sözlerle ifade ediyor: “Kendiliğinden ayrışma, kendiliğinden sentezden çok daha olası bir işlem olup, bu nedenle çok daha hızlı gelişir.” Bu, organik çorbanın hiç birikmeyeceği anlamına gelir! Wald, bunun “bizlerin [evrimcilerin] yüz yüze geldiği en çetin sorun” olduğuna inanmaktadır.11
15, 16. Bir organik çorbanın içinde bulunduğu varsayılan aminoasitlerden yaşam için gerekli proteinleri elde etmekte hangi büyük sorun ortaya çıkıyor?
15 Bununla birlikte, evrim kuramının karşısına dikilen çetin bir sorun daha var. 100’ün üstünde aminoasit türü olduğunu ama yaşam için gerekli proteinlerin oluşumu için sadece 20 türün gerektiğini hatırlayalım. Üstelik bunlar iki şekilde bulunurlar: Bu aminoasitlerin bazıları “sağa çeviren,” diğerleri ise “sola çeviren” moleküllerdir. Eğer organik çorba kuramında olduğu gibi bunlar rasgele bir şekilde oluşturulacak olsa, büyük olasılıkla yarısı “sağa çeviren”, diğer yarısı da “sola çeviren” olacaktır. Canlılarda bulunan aminoasitlerde, bu şekillerden herhangi birinin tercih edilmesi için bilinen hiçbir neden yoktur. Buna rağmen, yaşam için gerekli olan proteinlerin üretiminde kullanılan 20 aminoasidin hepsi de “sola çeviren” moleküllerdir!
16 Nasıl oluyor da, rasgele bir seçimle, sadece özel olarak gereksinim duyulan türler organik çorbada birarada bulunabiliyor? Fizikçi J. D. Bernal şu itirafta bulundu: “Açıkça itiraf edilmeli ki, bunun açıklaması . . . . yaşamın yapısal konuları içinde açıklanması en zor olan bölümlerden biri olarak kalmaya devam ediyor.” Bernal şu sonuca vardı: “Bunu açıklamamız hiç mümkün olmayabilir.”12
Olasılık ve Kendiliğinden Oluşan Proteinler
17. Hangi örnek, sorunun boyutlarına ışık tutuyor?
17 Acaba doğru türdeki aminoasitlerin biraraya gelerek bir protein molekülü oluşturma olasılığı nedir? Bu durum, eşit sayıda barbunya ve kuru fasulyeden oluşan çok iyi karıştırılmış büyük bir karışımla örneklenebilir. Ayrıca bu karışımın içindeki barbunyalar 100’den fazla farklı türdedir. Şimdi, eğer bu karışıma bir bakkal küreği daldıracak olsanız acaba ne elde edersiniz? Bir proteinin temel bileşenlerini simgeleyen barbunyaları toplayabilmek için, sadece barbunyaların küreğe gelmesi, tek bir kuru fasulyenin bile gelmemesi şarttır! Aynı zamanda küreğiniz barbunyaların sadece 20 çeşidini toplamalı ve her çeşit de kürek içinde kendine özgü, önceden belirlenmiş bir yerde bulunmalı. Protein dünyasında bu koşullardan herhangi birindeki tek bir hata, üretilen proteinin işlevlerini düzgün bir şekilde yerine getirmesini engeller. Şu varsaydığımız fasulye karışımını ne kadar karıştırırsak karıştıralım ve ne kadar küreklersek kürekleyelim, acaba doğru bileşimi elde edebilir miyiz? Hayır. Öyleyse, varsayımsal organik çorbada bu nasıl mümkün olabilirdi?
18. Basit bir protein molekülünün bile rastlantı sonucu oluşma olasılığı ne derece gerçekçi bir olasılıktır?
18 Yaşam için gerekli olan proteinler çok karmaşık moleküllere sahiptir. Acaba bir organik çorbanın içinde rastlantı sonucu en basit bir protein molekülünün bile oluşma olasılığı nedir? Evrimciler bunun yalnızca 1011 3’te (1’den sonra 113 sıfırı olan bir sayı) 1 olduğunu kabul ediyorlar. Oysa matematikçiler gerçekleşme olasılığı 1050’de 1 olan herhangi bir olaya bile asla olamaz gözüyle bakıyorlar. Burada söz konusu olasılığın zayıflığı konusunda fikir verecek bir gerçek de şudur: 1011 3 rakamı, evrendeki tüm atomların tahmin edilen sayısından daha büyüktür!
19. Canlı bir hücre için gereken enzimlerin kendiliğinden oluşma olasılığı nedir?
19 Bazı proteinler yapı malzemesi, bazıları ise enzim olarak işlev görürler. Enzimler, hücre içinde gerçekleşmesi gereken kimyasal tepkimeleri hızlandırır. Eğer böyle bir yardım sağlanmazsa hücre ölür. Hücrenin faaliyet gösterebilmesi için enzim olarak görev yapacak birkaç tane değil, tam 2.000 protein gereklidir. Tüm bunların rastlantı sonucu biraraya gelme olasılığı acaba nedir? Tam 1040.000’de 1! Hoyle, bunun, “tüm evren bile organik çorba ile dolu olsa yine de karşılaşılamayacak, son derece küçük bir olasılık” olduğunu iddia ediyor. Hoyle, şunu da ekliyor: “Eğer bir kimse, gerek toplumsal inanış gerekse bilimsel bir eğitim sonucu yaşamın Yer’de [kendiliğinden] türediği önyargısına sahip değilse, bu basit hesap bu fikri zihninden tamamen silecektir.”13
20. Hücrenin gereksinimi olan zar, neden sorunu artırıyor?
20 Aslında bu olasılık, “son derece küçük” olan bu rakamın gösterdiğinden daha da küçüktür. Hücreyi çevreleyen bir de zar olmalıdır. Fakat protein, şeker ve yağ moleküllerinden oluşan bu zar son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Evrimci Leslie Orgel’in belirttiği gibi, “modern hücre zarları, besin, atık madde, metal iyonları ve benzeri şeylerin hücre içine ve dışına akışını özel olarak kontrol etmeye yarayan kanal ve pompa sistemlerine sahiptir. Bu işte uzmanlaşmış olan bu kanalların yapısında son derece özel proteinler bulunur; bunlar, yaşamın evriminin en başında var olması olanaksız olan moleküllerdir.”14
Olağandışı Genetik Kod
21. DNA’ların gereksinim duyduğu histonları elde etmek ne denli zor?
21 Genetik kodu taşıyan DNA’nın yapı taşları olan nükleotitlerin elde edilmesi, yukarıda sözü edilenlerden çok daha zordur. DNA’nın işlevi beş histona dayanır (genlerin faaliyetlerini histonların yönlendirdiği düşünülmektedir). Bu histonlardan en basitinin bile kendiliğinden oluşma olasılığı 201 00’de 1’dir. Bu sayı, “gökbilimcilerin kullandığı en büyük teleskopların görüş alanına giren yıldız ve galaksilerin hepsinde bulunan tüm atomların sayısından daha büyük” olan başka bir dev rakamdır.15
22. (a) İyi bildiğimiz ‘tavuk mu, yumurta mı’ bilmecesinin proteinler ve DNA ile nasıl bir ilişkisi vardır? (b) Bir evrimci hangi çözümü öneriyor, bu akla uygun mudur?
22 Dahası, hücre üremesi için şart olan tüm genetik kodların kökeni, evrim kuramı için daha büyük zorluklar çıkarmaktadır. Çok iyi bildiğimiz ‘tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?’ bilmecesi, proteinler ve DNA için de karşımıza çıkmaktadır. Hitching buna şöyle değiniyor: “Proteinlerin oluşumu DNA’ya bağlıdır. Ama DNA da protein olmadıkça oluşamaz.”16 Bu, Dickerson’un işaret ettiği şu çelişkili soruyu doğuruyor: “Hangisi önce oldu?” Protein mi, yoksa DNA mı? Dickerson, şu iddiaya yer verdi: “Bu sorunun cevabı şu olmalı: ‘Onlar birbirine koşut olarak gelişmiş olmalılar.’ ”17 Başka sözlerle, Dickerson, ‘tavuk’ ve ‘yumurta,’ hiçbiri birbirinden gelmeden, birlikte türemiş olmalı demektedir. Bu size akla yakın geliyor mu? Bir bilim yazarı bu konuyu şu sözlerle özetliyor: “Genetik kodların kökeni, şimdilik tamamen karmakarışık kalmaya mahkûm büyük bir tavuk-yumurta problemi oluşturuyor.”18
23. Diğer bilim adamları, genetik mekanizma hakkında ne diyor?
23 Kimyager Dickerson şu ilginç yorumu da yaptı: “Genetik mekanizmanın evrimi, laboratuvar modeli olmayan bir aşamadır; bundan dolayı bir kişi elverişsiz gerçeklerin dizginsiz, sınırsız hayal gücüyle tahmin yürütebilir.”19 Oysa, “elverişsiz gerçeklerin oluşturduğu çığları kolayca yabana atmak iyi bir bilimsel yönteme yaraşır mı? Leslie Orgel, genetik kodların varlığını “yaşamın kökeni hakkındaki sorunun en şaşırtıcı yönü” olarak adlandırmaktadır.20 Francis Crick ise şu sonuca varıyor: “Genetik kodlar neredeyse evrensel olmasına rağmen, bir genetik kodu şekillendirmek için gereken mekanizma, öyle bir hamlede türeyemeyecek kadar karmaşıktır.”21
24. Doğal seçme olgusu ve üreyebilen ilk hücre hakkında ne denebilir?
24 Evrim kuramı, olanaksızı “bir hamlede” gerçekleştirme gereksiniminin zorluğundan sıyrılmaya çalışarak, basamak basamak gerçekleştiği savunulan bir işlemi öne sürmekle, işi, ağır ağır işleyen doğal seçme olgusunun üzerine atar. Oysa üremeyi başlatacak genetik kodlar olmadan, doğal seçme olgusunun seçeceği bir malzemenin olması olanaksızdır.
Akıl Almaz Fotosentez
25. Evrim, ilkel bir hücreye hangi süreci başlatmanın akıl almaz becerisini yüklüyor?
25 Bu aşamada evrim kuramının karşısına bir engel daha çıkıyor. Bu oluşumlar dizisinin bir yerinde, ilkel hücre, yeryüzündeki yaşamda devrim yaratan bir buluş yapmak zorunda: Fotosentez. Bitkilerin karbondioksit alıp oksijen açığa çıkardıkları bu işlemi bilim adamları henüz tamamen anlayabilmiş değildir. Biyolog F. W. Went’in ifade ettiği gibi fotosentez, “henüz kimsenin bir deney tüpü içinde tekrarlamayı beceremediği bir süreçtir.”22 Bununla birlikte, küçücük basit bir hücrenin, bu süreci rastlantı sonucu başlattığı düşünülebiliyor.
26. Fotosentez süreci, devrim niteliğindeki hangi değişikliğe yol açtı?
26 Bu fotosentez süreci, içinde hiç serbest oksijen bulunmayan bir atmosferi, her beş molekülde bir molekül oksijen içeren bir atmosfere dönüştürdü. Bu sayede, hayvanlar yaşam için şart olan oksijeni soluyabileceklerdi ve tüm yaşam biçimlerini morötesi ışınımın zararlı etkilerine karşı koruyabilecek bir ozon tabakası oluşabilecekti. Bu şartların böylesine mükemmel bir sıra izlemesi, gelişigüzel rastlantılarla açıklanabilir mi?
Zekâ Unsuru Var mı?
27. Kanıtlar, bazı evrimcileri ne yapmak zorunda bırakmaktadır?
27 Bir canlı hücrenin rastlantı sonucu oluşmasının aleyhindeki olasılığın üstünlüğü karşısında, bazı evrimciler geri çekilme gereği duyuyorlar. Örneğin, Evolution From Space adlı kitabın yazarları (Hoyle ve Wickramasinghe) bu görüşlerinden vazgeçtiklerini şu sözlerle ifade ediyorlar: “Bu meseleler rakamla ifade edilemeyecek kadar karmaşık.” Şunları ekliyorlar: “Bundan bir iki yıl önce mümkün olmasını umduğumuz, daha büyük ve daha iyi bir organik çorba ile sonuca ulaşmanın . . . . kesinlikle olanaksız olduğunu şimdi bizzat anlamış bulunuyoruz. Yukarıda hesapladığımız rakamlar, aslında Yer’e ait bir organik çorba için olduğu kadar evrensel bir çorba için de aynı derecede gerçek dışıdır.”23
28. (a) Zekânın oynadığı rolü reddetmenin ardında büyük olasılıkla ne yatıyor? (b) Yüksek bir zekânın rolüne inanan evrimciler, bu zekânın kaynağının ne olmadığını söylüyorlar?
28 Böylece, yaşamın var oluşunda zekânın şu veya bu şekilde önemli bir rol oynamış olması gerektiğini kabul ettikten sonra, yazarlar sözlerine şöyle devam ediyorlar: “Gerçekten de, doğruluğu bu kadar açık olan ve ek kanıta ihtiyaç bırakmayan böyle bir kuramın geniş bir taraftar kitlesi bulmamasına şaşmamak elde değil. Bunun ardında yatan nedenler, bilimsel olmaktan öte, psikolojiktir.”24 Bundan dolayı herhangi bir gözlemci, çoğu evrimcinin yaşamın rastlantısal bir kökeni olduğu kuramına yapışarak bunda, Dawkins’in ifade ettiği gibi, bir “tasarım, amaç ya da yönelim”25 olduğunu reddetmesinin ardındaki tek akla yakın açıklamanın “psikolojik” bir engel olduğu sonucuna varabilir. Gerçekten de, Hoyle ile Wickramasinghe bile, zekânın gerekli rolünü kabul etmelerine rağmen, yaşamın kökeninden kişisel bir Yaratıcı’nın sorumlu olduğuna inanmadıklarını söylüyorlar.26 Onların düşüncesine göre zekâ unsuru zorunludur, ama bir Yaratıcı’nın varlığı kabul edilemez. Bu size çelişkili gelmiyor mu?
Bilimsel mi?
29. Bilimsel yöntem nedir?
29 Yaşamın kendiliğinden başladığı bilimsel bir gerçek olarak kabul edilecekse, bunun doğruluğu önce bilimsel yöntemle saptanmalıdır. Bilimsel yöntem şöyle tanımlanır: Olanları gözlemlemek; bu gözlemlere dayanılarak doğru olabilecek bir kuram oluşturmak; bu kuramı yeni gözlemlerle ve deneylerle sınamak; ve bu kurama dayalı varsayımların doğru çıkıp çıkmadığını izlemek.
30. Kendiliğinden türeme kuramı, bilimsel yöntemin uygulanması açısından hangi yönlerden eksiktir?
30 Bilimsel yöntemi uygulamak üzere yaşamın kendiliğinden türeyişini gözlemleme olanağı olmamıştır. Bunun şimdi gerçekleştiğini gösteren bir kanıt olmadığı gibi, evrimcilerin bunun olduğunu söyledikleri zamanda da gözlemci durumunda bir insan tabii ki yoktu. Bu konuyla ilgili hiçbir kuram gözlem yoluyla doğrulanmış değildir. Laboratuvar deneyleri, bu olayı tekrarlamakta başarısızlığa uğramıştır. Bu kurama dayalı varsayımlar doğru çıkmamıştır. Bilimsel yöntemin uygulanması bu kadar olanaksızken, böyle bir kuramı, bir gerçek seviyesine çıkarmak dürüst bir bilimsel yöntem midir?
31. Bir bilim adamı, kendiliğinden türeme hakkında ne gibi çelişkili görüşlere sahiptir?
31 Diğer yandan, yaşamın cansız maddeden kendiliğinden türemiş olamayacağı sonucuna götüren pek çok kanıt vardır. Harvard Üniversitesinden Profesör Wald şunu kabul ediyor: ‘Canlı bir organizmanın kendiliğinden türemiş olmasının olanaksızlığını kabul etmek için, bu işin büyüklüğünü enine boyuna düşünmek yeterlidir.’ Öyleyse, evrimi savunan bu kişi acaba neye inanıyor? Kendisi buna şöyle yanıt veriyor: “Her şeye rağmen var oluşumuz, kanımca kendiliğinden türemenin sonucudur.”27 Bu, nesnel bir bilimsellik örneğine benziyor mu?
32. Bizzat evrimciler bile, bu tür bir mantığın bilime aykırı olduğunu nasıl kabul ediyorlar?
32 İngiliz biyolog Joseph Henry Woodger, böyle bir mantığı, “inanmak istediği şeyin gerçekten olduğunu iddia eden basit bir dogmacılık” olarak tanımlıyor.28 Acaba bilim adamları, bilimsel yöntemin böylesine apaçık çiğnenişini nasıl içlerine sindirebildiler? Ünlü evrimci Loren Eiseley şu gerçeği kabul etti: “Efsane ve mucizelere dayandıkları için Tanrıbilimcileri ayıpladıktan sonra, bilim, hiç de cazip bulmadığı bu duruma kendi düşerek kendi efsanelerini yaratmak zorunda kaldı: bu, uzun çabalardan sonra bugün hâlâ olabilirliği kanıtlanamayan şeylerin gerçekte ilkel çağlarda gerçekleşmiş olduğu varsayımıdır.”29
33. Ele alınan kanıtlara dayanarak, kendiliğinden türeme ve bilimsel yöntemin uygulanması ile ilgili hangi sonuca varılmalı?
33 Bu kanıtlara göre, kendiliğinden türeyen yaşam kuramı, gerçek bilim dünyasından çok bilimkurgu dünyasına yakışmaktadır. Bu kuramın birçok yandaşının, böyle konularda kendi inanmak istediklerine inanabilmek uğruna bilimsel yöntemi terk ettikleri anlaşılmaktadır. Yaşamın rastlantı sonucu başladığını öne süren kuramın aleyhindeki son derece güçlü olasılıklara rağmen, bilimsel yöntemin gerektirdiği tedbirin yerine direngen bir dogmacılık egemen olmuştur.
Bilim Adamlarının Hepsi Kabul Etmiyor
34. (a) Bir fizikçi, bilimsel açık fikirliliğin örneğini nasıl veriyor? (b) Bu fizikçi evrimi nasıl tanımlıyor ve birçok bilim adamı hakkında hangi yorumu yapıyor?
34 Bununla birlikte, bilim adamlarının hepsi de diğer alternatife kapalı değildir. Örneğin fizikçi H. S. Lipson, yaşamın kendiliğinden türediğini savunan kuramın karşısındaki olasılıkları fark ederek şunları söyledi: “Tek akla yakın açıklama yaratılış olmalıdır. Bunu kabul etmenin fizikçiler için, elbette benim için de nefret uyandırıcı bir şey olduğunu biliyorum, ama deneysel kanıtların desteklediği bir kuramı sırf hoşumuza gitmediği için reddetmemeliyiz.” Lipson, bundan başka, Darwin’in Türlerin Kökeni kitabından sonra “evrim bir bakıma bilimsel bir din haline geldi; hemen hemen bütün bilim adamları onu kabul ettiler ve birçoğu da sırf bu kurama uydurmak amacıyla kendi gözlemlerini ‘saptırmaya’ hazırdır” demektedir.30 Ne yazık ki bu, üzücü ama gerçek bir yorumdur.
35. (a) Bir üniversite profesörüne hangi fikri zihninden atma süreci çok acı verdi? (b) Bu profesör, yaşamın rastlantı sonucu türemiş olma olasılığını nasıl örnekliyor?
35 Cardiff Üniversite Kolejinde bir profesör olan Chandra Wickramasinghe şunları söyledi: “Bir bilim adamı olarak gördüğüm eğitimin en başından beri, bilimin hiçbir tür doğrudan yaratma eylemi ile bağdaşamayacağına inanmam yönünde beynim yıkandı. Bu fikri zihnimden söküp atmam çok acılara mal oldu. Şimdi içinde bulunduğum konum, zihinsel durum, beni oldukça rahatsız ediyor. Fakat mantıklı bir çıkış yolu yok. . . . . Yaşamın yeryüzünde meydana gelen kimyasal bir kaza sonucu ortaya çıkması, evrendeki tüm gezegenlerin kumsallarında belirli özellikte bir kum tanesi arayıp onu bulmaya benzer.” Başka sözlerle, yaşamın kimyasal bir kaza sonucu başlamış olması tam anlamıyla olanaksızdır. Bundan dolayı Wickramasinghe şu sonuca varıyor: “Evrensel çaptaki yaratılış eylemlerini yardıma çağırmadıkça, yaşamı oluşturan kimyasal maddelerin tam bir doğrulukla sıralanışını başka hiçbir şekilde açıklayamayız.”31
36. Robert Jastrow hangi yorumda bulundu?
36 Durum tıpkı gökbilimci Robert Jastrow’un söylediği gibidir: “Bilim adamları, yaşamın bir yaratma eylemi sonucu var olmadığını ispat edecek hiçbir kanıta sahip değildir.”32
37. Evrim hakkında hangi soru doğuyor ve bunun yanıtı nerede bulunabilir?
37 Böyle olmakla birlikte, ilk canlı hücrenin bir şekilde kendiliğinden türediğini varsayacak olsak bile, acaba yeryüzünde yaşamış olan tüm canlı yaratıkların bu hücrenin evrimlenmesi sonucu türediğini gösteren kanıtlar var mı? Fosiller bu soruya gerekli yanıtı veriyor. Bir sonraki bölüm fosil bulgularının gerçek dilini ele alacak.
[Sayfa 44’teki pasaj]
“Proteinlerin oluşumu DNA’ya bağlıdır. Ama DNA da protein olmadıkça oluşamaz”
[Sayfa 45’teki pasaj]
“Genetik kodların kökeni, şimdilik tamamen karmakarışık kalmaya mahkûm büyük bir tavuk-yumurta problemi oluşturuyor”
[Sayfa 46’daki pasaj]
Genetik kodlar: “Yaşamın kökeni hakkındaki sorunun en şaşırtıcı yönü”
[Sayfa 47’deki pasaj]
Fotosentez olayında bitkiler güneş ışığı, karbondioksit, su ve mineralleri kullanarak oksijen ve yiyecek üretirler. Basit bir hücre tüm bunları üretebilir miydi?
[Sayfa 50’deki pasaj]
Bazı bilim adamları aslında şunu söylüyorlar: ‘Zekâ unsuru zorunludur, ama bir Yaratıcı’nın varlığı kabul edilemez’
[Sayfa 53’teki pasaj]
Bir bilim adamı şunu kabul etti: “Tek akla yakın açıklama yaratılış olmalıdır”
[Sayfa 53’teki pasaj]
Jastrow: “Bilim adamları, yaşamın bir yaratma eylemi sonucu var olmadığını ispat edecek hiçbir kanıta sahip değildir”
[Sayfa 48, 49’daki çerçeve/resim]
İnanılmaz Hücre
Canlı bir hücre son derece karmaşıktır. Biyolog Francis Crick, hücrenin çalışma şeklini basit biçimde anlatmaya çalışmış fakat sonunda kendisi daha öteye gidemeyeceğini anlamıştır; “çünkü bu o kadar karmaşıktır ki, okuyucu ayrıntıların hepsiyle mücadele etmeye çalışmamalıdır.”a
Hücrede bulunan DNA’nın içindeki direktifler, “eğer açıkça yazılsalardı, 600 sayfalık bin adet kitabı doldururdu,” diyen National Geographic şöyle devam ediyor: “Her bir hücre, molekül denilen iki yüz trilyon kadar atom grubuyla dolup taşan ayrı bir dünyadır . . . . Bizim, birbirine bağlı olan 46 kromozom ‘ipliğimiz’ yaklaşık iki metre uzunluğundadır. Fakat bunların içinde bulundukları çekirdeğin çapı, bir santimetrenin yüzbinde onaltısından daha azdır.”b
Newsweek dergisi, hücrenin faaliyetleri konusunda bir fikir vermesi amacıyla bir örnekleme kullanıyor: “Bu 100 trilyon hücrenin her biri surlarla çevrili bir kent gibi işlev görür. Enerji santralları hücrenin enerjisini üretir. Fabrikalar, kimya ticaretinin yaşamsal birimleri olan proteinleri yapar. Karmaşık ulaşım sistemleri, özel kimyasal maddelere hücrenin içinde ve dışında bir noktadan diğerine kılavuzluk eder. Barikatlardaki nöbetçiler, ihracat ve ithalat piyasalarını kontrol eder; tehlike işaretlerini görmek için dış dünyayı gözlerler. Disiplinli biyolojik ordular, işgalcilerle çarpışıp onları yakalamak üzere hazırda bekler. Merkezi, genetik bir hükümet düzeni sağlar.”c
Çağdaş evrim kuramı ilk defa ortaya atıldığında, bilim adamlarının canlı bir hücrenin şaşırtıcı karmaşıklığı hakkında çok az bilgileri vardı. Yan sayfada tipik bir hücrenin kısımlarından bazıları—genişliği bir santimetrenin sadece onbinde dördü kadar olan bir kutunun içine tamamı paketlenmiş olarak—görülmektedir.
HÜCRE ZARI
Hücreye giriş ve çıkışı kontrol eden kabuk
RİBOZOMLAR
Aminoasitlerden proteinlerin bireşimi sağlanan yapılar
ÇEKİRDEK
Çift zarlı bir kılıf içine yerleştirilmiş olup hücrenin faaliyetlerini yönlendiren kontrol merkezidir
KROMOZOMLAR
Hücrenin genetik ana planı olan DNA burada bulunur
ÇEKİRDEKÇİK
Ribozomların bireşim yeri
ENDOPLAZMİK RETİKULUM
Bu zar tabakaları, kendilerine iliştirilmiş ribozomlar tarafından yapılan proteinleri depolar ya da taşırlar (bazı ribozomlar hücre içinde serbestçe asılı durur)
MİTOKONDRİLER
Hücreye enerji sağlayan molekül olan ATP’nin üretildiği merkezler
GOLGİ AYGITI
Hücrenin ürettiği proteinleri paketleyip dağıtan, yassı zar keseciklerinden oluşan bir grup
SANTRİYOLLER
Çekirdek yakınında bulunurlar ve hücrenin çoğalmasında önemli rol oynarlar
[Resim]
Sizdeki 100.000.000.000.000 Hücre Kendiliğinden mi Oluştu?
[Sayfa 52’deki çerçeve]
Geçmişteki ve günümüzdeki evrimcilerin yaşamın kökeni konusundaki görüşleri
“Yaşamın inorganik maddeden başlayarak geliştiğine ilişkin varsayım, şimdiki durumda hâlâ bir iman olayıdır.”—Matematikçi J. W. N. Sullivand
“Yaşamın bir rastlantı sonucu başlama olasılığı, bir matbaadaki patlama sonrasında geniş kapsamlı bir sözlüğün oluşma olasılığıyla karşılaştırılabilir.”—Biyolog Edwin Conkline
“Bir kişinin, canlı bir organizmanın kendiliğinden türemiş olmasının olanaksızlığını kabul etmesi için, bu işin büyüklüğünü enine boyuna düşünmesi yeterlidir.”—Biyokimyacı George Waldf
“Günümüzde var olan tüm bilgilerle donanmış dürüst bir kişi şimdiki durumda ancak, yaşamın kökeninin belirli bir anlamda mucize olduğunun anlaşıldığını ifade edebilir.”—Biyolog Francis Crickg
“Eğer bir kimse gerek toplumsal inanış gerekse bilimsel bir eğitim sonucu, yaşamın Yer’de [kendiliğinden] türediği önyargısına sahip değilse, bu basit hesap [yani, bu inancın karşısında olan matematiksel olasılıklar] bu fikri zihninden tamamen silecektir.”—Gökbilimciler Fred Hoyle ve N. C. Wickramasingheh
[Sayfa 47’deki şema/resimler]
İnsanlar ve hayvanlar soluma yoluyla oksijen alırlar ve karbondioksit verirler. Bitkiler ise karbondioksit alıp oksijen verirler
[Şema]
(Ayrıntılı bilgi için lütfen yayına bakın.)
Işık
Oksijen
Su buharı
Karbondioksit
[Sayfa 40’daki resim]
Hiçbir büyük bina temelsiz ayakta duramaz. Oysa iki bilim adamına göre, “evrim kuramı doğru düzgün bir temelden yoksun”
[Sayfa 42’deki resim]
Sadece barbunyalar, ve onların da sadece belirli çeşitleri küreğe gelecek ve her bir çeşit önceden belirlenmiş yerleri alacak—rastlantı bunu başarabilir mi?
[Sayfa 43’teki resim]
Yaşam sadece “sola çeviren” aminoasitleri kullanıyor: “Bunu açıklamamız hiç mümkün olmayabilir”
[Sayfa 45’teki resimler]
Hangisi daha önce oldu?