-
Tarihöncesi Zamanların Bilimsel TarihlendirilmesiYerde Yaşam—Evrimle mi, Yaratılışla mı Başladı?
-
-
süngertaşı tabakalarının yaşlarının tutarlı olmamasıydı. Bazen üst tabakada alttakinden daha fazla argon vardı. Fakat bu tamamen yanlıştı, jeolojik olarak, alttakinden daha sonra birikmiş olması gerektiğinden, üstteki tabaka daha az argon içermeliydi.
Böylece sonuç, “argon kalıntısı”nın ölçümleri bozduğudur. Önceden oluşmuş argonun tümü, erimiş kayadan kaynayarak buharlaşıp ayrılmadı. Saat sıfıra ayarlanmamıştı. Yanardağın içinde eridiği zaman, kayada potasyumun önceden oluşturduğu argonun sadece binde biri bile kalmış olsa, saat yaklaşık bir milyon yıl geriden başlamış olacaktı. Bir uzmanın ifade ettiği gibi: “Tarihlerden bazıları yanlış olmalıdır ve eğer bazıları yanlış ise, belki hepsi yanlıştır.”
Her ne kadar uzmanların görüşüne göre bu tarihler tamamen anlamsız olabilirse de, Olduvai Vadisindeki fosillerin, 1,75 milyonluk yaşı, evrimi savunan gözde yayınlarda yinelenmeye devam eder. Bu konuda bilgisi olmayan okuyuculara, bu tür tarihlerin, gerçekte tahminden başka bir şey olmadığı uyarısında bulunulmaz.
-
-
Radyokarbon SaatiYerde Yaşam—Evrimle mi, Yaratılışla mı Başladı?
-
-
Radyokarbon Saati
Bu Saat, Bir Zamanlar Yaşamış Olan Organizmaların Kalıntılarını Tarihlendirir. Bu Tarihler Doğru mudur?
YUKARIDA sözü geçen tüm saatler o kadar yavaş çalışır ki, arkeolojik sorunları incelerken, az, hatta hiç kullanılmazlar. İnsan tarihinin zaman cetveline uyması için daha hızlı çalışan bir saate ihtiyaç vardır. Bu, radyokarbon saatidir.
Yaygın karbon 12’nin radyoaktif bir izotopu olan karbon 14, ilk olarak siklotronun içinde gerçekleştirilen atomun parçalanması deneylerinde bulundu. Daha sonra, dünyanın atmosferinde de keşfedilen karbon 14, duyarlı bir aletle fark edilebilen zayıf beta ışınları yayar. İnsanın yakın tarihi ile bağlantılı olan şeyleri tarihlendirmede uygun olan karbon 14’ün yarılanma süresi (yarı ömrü) sadece 5.700 yıldır.
Sözünü ettiğimiz diğer radyoaktif elementler, yeryüzünün yaşıyla karşılaştırıldığında, uzun bir ömre sahiptirler; demek ki onlar, dünyanın yaratılışından günümüze kadar mevcutturlar. Fakat radyokarbon, yeryüzünün yaşına oranla öyle kısa bir ömre sahiptir ki, ancak herhangi bir yolla sürekli olarak üretildiği takdirde hâlâ var olabilir. Bu üretim yolu, azot atomlarını radyoaktif karbona dönüştüren kozmik ışınlar tarafından atmosferin bombardımanıdır.
Karbondioksit şeklindeki bu karbon, fotosentez işleminde bitkiler tarafından kullanılır ve yaşayan hücrelerde her tür organik bileşiğe dönüştürülür. Hayvanlar ve biz insanlar, bitki dokularını yeriz, böylece yaşayan her şey, havada bulunanla aynı oranda radyokarbonu bünyesinde bulundurur. Herhangi bir şey yaşadığı sürece bünyesinde parçalanan radyokarbonun yeri dıştan gelen katkılar sayesinde doldurulur. Fakat bir ağaç veya bir hayvan öldüğü zaman, yeni radyokarbonun sağlanması durur ve içindeki radyokarbon düzeyi düşmeye başlar. Bir parça odun kömürü veya bir hayvan kemiği 5.700 yıl boyunca saklanırsa, yaşarken bünyesinde bulunan radyokarbonun sadece yarısını bulunduracaktır. Böylece ilke olarak, bir zamanlar yaşamış olan bir canlının içinde kalan karbon 14’ün oranını ölçerek, o canlının ne kadar süredir ölü olduğunu söyleyebiliriz.
Radyokarbon yöntemi, organik kökenli birçok türe uygulanabilir. Binlerce örnek bu yöntemle tarihlendirilmiştir. Bunların büyüleyici çeşitliliği şu birkaç örnekle hatırlatılmaktadır:
Firavun III.Seostris’in mezarında bulunan cenaze töreni gemisinin tahtasının M.Ö. 1670 yılına ait olduğu belirlenmiştir.
1874’te kesildiği zaman 2.905 yıllık halkalara sahip olan Kaliforniya’daki dev sekoya ağacının merkezi kısmının M.Ö. 760 yılına ait olduğu saptanmıştır.
El yazısının tarzına göre, M.Ö. birinci veya ikinci yüzyıla ait olduğu söylenen Ölüdeniz tomarlarının bez sargıları, radyokarbon esasına göre ölçüldüğünde 1.900 yaşında olduğu saptandı.
Ağrı dağında bulunan ve bazılarının Nuh’un gemisine ait olabileceğini düşündüğü tahta parçasının sadece M.S. 700 yıllarına ait olduğu anlaşıldı. Eski bir tahta parçası olduğu bir gerçek, ancak Tufan’dan önceki tarihe ait olacak kadar eski değil.
Oregon’daki (ABD) bir mağarada, volkanik süngertaşının içinden çıkarılan ipten dokunmuş çarıkların yaşının 9.000 yıl olduğu belirtildi.
Binlerce yıldan beri, Sibirya bataklıklarında donmuş olan yavru bir mamutun etinin 40.000 yıllık olduğu saptandı.
Bu tarihler acaba ne kadar güvenilirdir?
Radyokarbon Saatinin Hataları
İlk tanıtıldığında radyokarbon saati çok basit ve doğru bir saat gibi görünüyordu; fakat şimdi, pekçok hata yapmaya eğilimli olduğu biliniyor. Bu yöntemin yaklaşık 20 yıllık kullanımından sonra, radyokarbon kronolojisi ve diğer ilişkili tarihlendirme yöntemleri üzerinde 1969’da İsveç’in Uppsala kentinde bir toplantı yapıldı. Bu yöntemi uygulayan kimyagerlerle, onların vardığı sonuçlardan yararlanan arkeologlar ve jeologlar arasındaki tartışmalar, tarihleri hükümsüz kılabilecek bir düzine hatayı ortaya çıkardı. O zamandan bu yana geçen 22 yıl boyunca, bu hataların düzeltilmesi yolunda çok az şey başarıldı.
Rahatsız edici bir sorun, tahlil edilen örneğe, yeni (diri) ya da eski (ölü) karbonun bulaşmamış olmasını sağlamaktır. Örneğin, eski bir ağacın merkezi kısmına ait bir odun parçası diri bitki özü ihtiva edebilir. Veya bu parça (eski petrolden yapılmış) organik bir çözücü ile çıkarılmışsa, tahlil edilen parçanın üzerinde az miktarda çözücü kalmış olabilir. Gömülmüş eski kömür, diri bitkilerin ince kökleri tarafından etkilenebilir. Veya giderilmesi çok zor olan, daha eski katran bulaşmış olabilir. Binlerce yıl boyunca okyanusların derinliklerinde kaldıktan sonra yukarı yükselen ya da çok uzun süre önce dibe gömülmüş minerallerden çözünerek deniz suyuna karışan karbonat, kabuklu deniz hayvanlarının vücutlarında birikmiştir. Bütün bunlar, ölçümlenen bir örneğin, gerçekte olduğundan daha eski veya yeni olduğunu gösterebilir.
Radyokarbonla tarihlendirme teorisinin en ciddi kusuru, atmosferdeki karbon 14 düzeyinin daima şimdikiyle aynı olduğunu varsaymaktır. Bu düzey, ilk olarak, karbon 14’ün kozmik ışınlar tarafından üretilme oranına bağlıdır. Kozmik ışınlar ise, yerin manyetik alanının değişikliklerinden büyük ölçüde etkilenerek, bazen yoğunluk olarak büyük değişimlere uğrar. Zaman zaman, güneşteki manyetik fırtınalar, birkaç saat süre ile, kozmik ışınları bin kat çoğaltır. Yerin manyetik alanı, geçmiş binlerce yıl boyunca bazen kuvvetli, bazen de zayıf olmuştur. Ve nükleer bombaların patlamasından beri, dünya çapında karbon 14’ün düzeyi önemli oranda artmıştır.
Diğer taraftan bu oran, havadaki kararlı karbon miktarından etkilenmektedir. Büyük volkanik patlamalar, havadaki kararlı karbondioksit haznesine oldukça büyük katkılar yapar; böylece radyokarbon oranı azalır. Geçmiş yüzyılda, insanın özellikle kömür ve petrol gibi fosil kökenli yakacakları benzeri görülmemiş ölçüde kullanması atmosferdeki karbondioksit oranını sürekli olarak çoğaltmıştır.
Dendrokronoloji—Ağaçların Gelişim Halkalarına Göre Tarihlendirme
Bütün bu esaslı kusurlarla karşı karşıya kalınca, radyokarbon saati taraftarları, ağaç halkalarını sayma yöntemiyle tarihlendirilen ağaç örneklerinin yardımıyla tarihlerini belirli bir ölçüye uydurmaya yöneldiler. Bu yöntem, özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin güney batısında yüzlerce, hatta binlerce yıl yaşayan çamların üzerinde uygulanmaktadır. Bu araştırma, dendrokronoloji olarak adlandırılır.
Böylece radyokarbon saatine, artık mutlak bir kronoloji sağlayan saat gözüyle değil, onunla bağlantılı tarihleri ölçen bir alet olarak bakılmaktadır. Doğru tarihi elde etmek için radyokarbon tarihi, ağaç halkası kronolojisiyle düzeltilmelidir. Dolayısıyla radyokarbon ölçümlerinin sonucu “radyokarbon tarihi” olarak adlandırılır. Bu tarihle ağaç halkalarına dayanan ayarlama eğrisi karşılaştırıldığında, mutlak tarihe varılır.
Bu sonuç, söz konusu çam ağacının halka hesabının güvenilir olduğu ölçüde doğrudur. Şimdi önemli bir sorun, yaşı bilinen ve yaşayan en eski ağacın sadece M.S. 800 yılına kadar geriye gitmesidir. Cetveli genişletmek amacıyla, bilim adamları, ağaçların yakınında bulunan ölü odun parçalarındaki ince ve kalın halkaların benzer örneklerini diğerlerine uydurmaya çalışıyorlar. Yere düşmüş ağaçlardan 17 kalıntıyı birbirine ekleyerek 7.000 yıldan fazla bir süre geriye gittiklerini iddia ediyorlar.
Ancak ağaç halkaları ölçümleri de tek başına yeterli olmuyor. Zaman zaman, ölü parçalardan birini tam olarak nereye koyacaklarından emin olamıyorlar. O zaman ne yapıyorlar? Parçanın radyokarbon ölçümünü istiyorlar ve bu parçayı bütüne uydurmak üzere, bu ölçümü kılavuz olarak kullanıyorlar. Bu, sadece bir tek koltuk değneğini sıra ile kullanan iki topal adamdan birinin bir süre arkadaşına dayanarak yürümesi ve daha sonra ayakta kalması için diğerine yardım etmesi gibidir.
Bir kimse, açıkta duran başıboş odun parçalarının bu kadar uzun bir süre mucizevi şekilde korunmuş olduğuna şaşabilir. Bu parçaların kuvvetli sağanaklarla sürüklendiği veya yakmak veya başka bir kullanım için gelip geçenler tarafından toplanmış olduğu düşünülebilir. Bakterilerin veya haşerelerin saldırısını da hangi şey önlemiş olabilir? Yaşayan bir ağacın, zamanın ve hava şartlarının tahribatına dayanması veya ender rastlanan bir türünün bin yıl veya daha fazla hayatta kalabilmesi inanılabilir bir şeydir. Fakat ölü bir odun parçası için ne söylenebilir? Acaba 6.000 yıl dayanabilir mi? Bu herhalde mantığı zorlar. Oysa daha eski radyokarbon tarihleri bu yönteme dayanır.
Bununla beraber, radyokarbon uzmanları ve dendrokronolojistler, bu şüpheli hususları bir kenara koyma yolunu bularak, boşlukların ve tutarsızlıkların üzerini örtmekte ve her iki taraf da bu uzlaşmadan tatmin duymaktadır. Fakat onların işleriyle ilgilenen arkeologlar hakkında ne denilebilir? Verdikleri örneklerden elde edilen tarihler, onları her zaman memnun etmez. Uppsala konferansında biri düşüncelerini şu şekilde ifade etti:
“Eğer bir karbon 14 tarihi, teorilerimizi desteklerse, bunu esas metne geçiririz. Eğer teorilerimizle tümüyle çelişmiyorsa, bu tarihi dipnota koyarız. Ve eğer teorinin tamamen dışına çıkan bir tarih ise, bunu atlarız.”
Bunlardan bazıları hâlâ bu şekilde düşünüyorlar. Yakın zamanda aralarından biri, ilk evcilleştirilen hayvana işaret ettiği öne sürülen bir radyokarbon tarihi ile ilgili şöyle yazdı:
“Sadece ‛bilim’ laboratuvarlarında yapıldı diye, radyokarbon yaş belirlemelerinin direkt olarak kullanışlı olduğu üzerinde arkeologlar, yeniden durup düşünmeye başladılar. Hangi yöntemin, hangi laboratuvarın, hangi yarılanma süresi değerinin, hangi ölçü işaretinin en güvenilir olduğu hakkındaki karışıklıklar çoğaldıkça, arkeologlar olarak kendimizi, bize sunulan tarihleri körü körüne ve sorgusuz kabullenmekte daha az zorunlu hissediyoruz.”
Tarihi saptayıp, açıklayan radyokimyacı şöyle karşılık verdi: “Biz modaya veya duygulara dayalı arkeoloji yerine, emin ölçümlere dayanan gerçekleri ele almayı tercih ederiz.”
Eğer bilim adamları, insanın ilk çağlarına kadar geri giden bu tarihlerin geçerliliği hakkında bu kadar büyük uyuşmazlıklar içinde iseler, bu konuya yabancı olan kimselerin, bu makale dizisinin başında aktarılanlar gibi, bilimsel “yetkiye” dayanan haber yayınlarına neden şüpheyle baktıkları anlaşılmaz mı?
Karbon 14’ün Doğrudan Hesaplanması
Radyokarbon tarihlendirmesinde yeni bir gelişme, sadece kendiliğinden parçalanan atomlardan gelen beta ışınlarını değil, küçük bir örneğin kapsadığı tüm karbon 14 atomlarını sayma yöntemidir. Bu yöntem özellikle, içinde karbon 14’ün çok küçük bir kısmı kalmış olan eski örneklerin tarihlendirilmesi için yararlıdır. Bir milyon karbon 14 atomundan, ortalama olarak sadece bir tanesi her 3 günde bir parçalanır. Eski örnekler üzerinde ölçümler yaparken, radyoaktivitesini, etrafta bulunan kozmik ışınlarınkinden ayırt etmek üzere yapılan hesapları yeterli miktarda çoğaltmak gerektiğinden, bu yöntem usandırıcıdır.
Parçalanmalarını beklemeden, tüm karbon 14 atomlarını şimdi sayabilirsek, bir milyon kat daha duyarlı bir sonuç elde ederiz. Karbon 14’ü karbon 12’den ayırmak pozitif yüklü karbon atomları ışınını manyetik bir alanda eğmek süreti ile başarılır. Daha hafif olan karbon 12, daha dar bir çember içine sıkıştırılırken, daha ağır olan karbon 14, yarıktan geçerek sayaca girer.
Bu yöntem, beta ışınlarını sayma yönteminden daha karmaşık ve daha masraflıdır; böyle olmasına rağmen, analiz için gerekli malzeme miktarının 1.000 kat daha az olması, yönteme üstünlük kazandırır. Bu yöntem analiz ederken deneyde bozulup yok olacak birkaç gramlık bir örneğin alınamayacağı eski ve az bulunan elyazmalarını veya diğer eski yapıtları tarihlendirme olanağı verir. Şimdi tüm bu maddeler sadece miligramlık örneklerle tarihlendirilebilir.
Bu yöntemin, İsa gömülürken vücuduna sarıldığına inanılan Torino Kefeni’nin tarihlendirilmesinde kullanılması önerilmektedir. Eğer radyokarbon tarihlendirmesi, bu bezin bu kadar eski olmadığını gösterirse, bu kefenin hileli olduğunu düşünen şüphecilerin kuşkuları doğrulanmış olacak. Şimdiye kadar, Torino başpiskoposu, tarihlendirmek amacıyla bir örnek bağışlamayı reddetmiştir, çünkü parçaya göre fazla büyük bir kısım isteniyordu. Fakat yeni yöntemle bir santimetre kare malzeme onun İsa’nın zamanına mı, yoksa sadece Ortaçağ’a mı ait olduğunu belirlemeye yetecektir.
Ne olursa olsun, zaman cetvelini genişletme girişimleri, büyük sorunlar çözümsüz kaldığı sürece, büyük bir anlam taşımaz. Örnek ne kadar eski ise, en ufak bir yeni karbon izi taşımadığından emin olmak da o kadar güçtür. Hakkında güvenilir ölçü işaretlerine sahip olduğumuz birkaç bin yıldan ne kadar fazla geriye gitmeye çalışırsak, o zamanlardaki atmosferin karbon 14 düzeyi hakkındaki bilgimiz de o kadar azalır.
Geçmişteki olayları tarihlendirmek için birçok başka yöntem de geliştirilmiştir. Bunlardan bazılarının radyoaktivite ile dolaylı olarak ilgisi vardır; örneğin atom çekirdeğinin parçalanma izlerinin ve radyoaktif ışık halkalarının ölçümleri gibi. Bazıları başka işlemleri gerektirir. Örneğin buzul sularının bıraktığı tortu tabakaları ve volkanik candan yapılan şeylerin su ile kaynaşması.
Aminoasit Rasemizasyonu
Aminoasidin “rasemizasyonu” kullanılan diğer bir tarihlendirme yöntemidir. Fakat “rasemizasyon” ne anlama gelir?
Aminoasitler, merkezi bir karbon atomuna bağlı 4 farklı atom kümesine sahip bir karbon bileşiği grubuna aittir. Grupların dört kenarlı düzenli molekülü, tüm olarak asimetriktir. Bu moleküller iki biçimde bulunurlar. Kimyasal olarak aynı olmalarına rağmen, fiziksel olarak biri diğerinin aynadaki yansıması gibidir. Bunu basit olarak bir çift eldivenle örnekleyebiliriz. Aynı ölçü ve biçimdedirler, fakat biri sadece sağ elinize uyar, diğeri ise solunuza.
Böyle bir bileşim biçiminden oluşan eriyik, polarlanmış ışık demetini sola, diğer biçimi ise sağa çevirir. Bir kimyager basit bileşimlerden bir aminoasidi sentezlediği zaman, iki biçimden de eşit miktarlarda elde eder. Her bir biçim diğerinin polarlanmış ışık üzerindeki etkisini yok eder. Karışımda hem sola çeviren, hem de sağa çeviren aminoasitler eşit iseler, bu karışım ‛rasemik karışım’ olarak adlandırılır.
Aminoasit bileşimleri yaşayan bitkiler veya hayvanlarda sadece bir biçimde oluşup bulunurlar. Bu çoğunlukla sola çeviren veya (Levo için kullanılan) (l) biçimindedir. Bu tür bir bileşim eğer ısıtılırsa, moleküllerin ısıdan kaynaklanan hareketleri, onlardan bazılarını sola çeviren biçimden sağa çeviren biçime (dekstro biçimine) çevirerek tersyüz eder. Bu çeviri “rasemizasyon” adını alır. Yeterince uzun süre devam edilirse, eşit miktarda (l) ve (d) biçimleri elde edilir. Özel bir ilgi çekmesinin nedeni, radyokarbon tarihlendirmesinde olduğu gibi, yaşayan şeylerle bağlantılı olmasıdır.
Düşük ısıda, “rasemizasyon” işlemi yavaş ilerler. Yavaşlığının oranı molekülü tersyüz etmek için kullanılan enerjiye bağlıdır. Bu işlem, Arrhenius denklemi adıyla bilinen, ünlü bir kimya kuralına uyar. Aminoasit daha da soğutulursa, reaksiyon giderek yavaşlar ve olağan ısı derecelerine gelindiğinde artık dönüşüm gözlenemez. Fakat bununla beraber biz, dönüşümün hızını ölçmek için hâlâ denklemi kullanabiliriz. Tipik bir aminoasidin, sola çeviren ve sağa çeviren aminoasit biçimlerinin eşit miktarda bulunduğu rasemize edilmiş hale erişebilmesi için onbinlerce yıla gerek olduğu ortaya çıkar.
Bu yöntemle tarihlendirme şöyle yapılır: Örneğin, bir kemik, gömülmüş ve hiç dokunulmadan korunmuşsa, kemikteki aspartik asit (kristal haline gelmiş bir aminoasit) yavaş yavaş rasemize olur. Uzun zaman sonra, kemiği topraktan çıkarıp, içinde kalan aspartik asidi alarak arıtırız ve sonra saf (l) aspartik asidinki ile onun polarma derecesini karşılaştırırız. Bu şekilde kemiğin ne kadar zaman önce yaşayan birine ait olduğunu tahmin edebiliriz.
Parçalanma eğrisi, radyoaktif elementinkine benzer. Tıpkı uranyumun potasyumdan daha yavaş parçalanması gibi, her bir aminoasit kendine özgü bir kendiliğinden parçalanma oranına sahiptir. Bununla birlikte, şu önemli farka dikkat edelim: Radyoaktif oranlar ısıdan etkilenmezler, oysa rasemizasyon, kimyasal bir reaksiyon olduğundan, önemli oranda ısıya bağlıdır.
Rasemizasyon yönteminin en çok yayımlanan uygulamalarından bazıları, Kaliforniya sahilleri boyunca bulunan insan iskelet kalıntısı üzerinde yapılmıştır. Del Mar adamı adı verilen iskeletin, bu yöntemle 48.000 yıllık olduğu saptanmıştır. Sunnyvale yakınlarındaki bir kazıda bulunan bir başka kadın iskeletinin daha da eski olduğu iddia edilerek, ona 70.000 yıllık şaşırtıcı bir tarih verilmiştir! Bu yaşlar sadece genel basında değil, özellikle paleontologlar arasında da büyük heyecan yaratmıştır, çünkü bugüne kadar hiç kimse Kuzey Amerika’da bunca yıl önce insanın var olduğuna inanamamıştır. Bazılarının yürüttüğü tahminlere göre, insanlar, yüz bin yıl kadar uzun bir süre önce Asya’dan Bering boğazını geçerek Amerika’ya gelmiş olabilirler. Fakat bu yeni yöntemle ortaya çıkan yaşlar ne kadar güvenilirdir?
Buna cevap vermek için, yarılanma süreleri bu düzeye uygun olan, uranyum ile kurşun arasındaki ara parçalanma ürünlerini kapsayan, radyoaktif bir yöntemle deneyler yapılmıştır. Bu yöntemle Del Mar iskeletinin 11.000 ve Sunnyvale’dekinin ise, 8.000 ya da 9.000 yıllık olduğu saptanmıştır. Öyle ise bir yerde bir hata var.
Rasemizasyon yaşlarındaki büyük belirsizlik, örneğin ısı değişiminin bilinmemesinden doğar. Yukarıda belirtildiği gibi, rasemizasyon oranı ısıya karşı aşırı derecede hassastır. Eğer ısı 140C artarsa reaksiyon 10 kat hızlı gerçekleşir. Herhangi bir kimse, kemiklerin geçmiş bu kadar yıldan beri hangi ısılarla karşılaştığını nasıl bilebilir? Kaç yaz, Kaliforniya’nın sıcak güneşinin altında yalın olarak bırakılmış olabilir? Hatta bir kamp ateşinden ya da bir orman yangınından etkilenmiş olabilir mi? Isının yanı sıra, oranı büyük ölçüde etkileyen pH (asidite derecesi) gibi başka faktörler de bulunmuştur. Bir rapora göre: “Tortullardaki aminoasitlerin ilk baştaki rasemizasyon oranı benzer pH ve ısılarda serbest aminoasitler için gözlemlenen orandan yaklaşık (10) kat hızlıdır.”
Bu bile henüz hikâyenin sonu değildir. Sunnyvale kemiklerinden biri, radyokarbon için hem parçalanan atomlardan oluşan beta zerreciklerini sayma yöntemi ile, hem de daha yeni olan atom sayma yöntemi ile analiz edilmiştir. Bu yöntemle aşağı yukarı birbirlerine yakın değerler elde edildi. Ortalama tarih sadece 4.400 yıldır.
Hangisine inanabiliriz? Bu cevaplardan bazılarının korkunç oranda yanlış olduğu açık. Daha uzun süreden beri radyokarbon saati kullanımı deneniyor diye, ona fazla güvenmek doğru mudur? Bu yöntemle bile, aynı kemikten alınan farklı örneklerin tarihleri 3.600 ile 4.800 yıl arasında değişmektedir. Belki sadece daha önce değinilen bilim adamının “belki onların hepsi yanlıştır” fikrini kabul etmeliyiz.
[Sayfa 45’teki pasaj]
Radyokarbon saatinin şimdi pekçok hatalar yapmaya eğilimli olduğu bilinmektedir.
[Sayfa 44’teki çerçeve]
1986 yılında “Science News” dergisi “Eski Aletler İçin Yeni Tarihler” başlığı altında şöyle bir haber yayımladı:
“İngiliz Kolombiya’sında Simon Fraser Üniversitesinin bir arkeologu olan D. Earl Nelson ve meslektaşları, 9 Mayıs tarihli SCIENCE dergisinde yaklaşık olarak 30.000 yıl önce Kuzey Amerika’nın insanlar tarafından işgal edildiğini ispat ettiği sanılan, kemikten yapılmış dört eşyanın en çok 3.000 yıllık olduğunu rapor etmişlerdir . . . . ”
Aynı kemikten alınan iki çeşit karbon örneği arasında ortaya çıkan yaş farkı en hafif deyimle çok önemlidir. Örneğin, hayvan derisini yüzmek için kullanılan alete ilk olarak radyokarbon saatiyle 27.000 yıl verilmiştir. Şimdi bu yaşın aşağı yukarı 1.350 yıl olduğu söylenerek düzeltme yapılmıştır.”—10 Mayıs 1986.
[Sayfa 46’daki şema]
(Ayrıntılı bilgi için lütfen yayına bakın.)
Karbon 14 miktarı (veya rasemize edilmiş olan aspartik asit) dış etkenlere göre değişikliğe uğrar
Kozmik-Işın Değişikliği
Karbon 14
Isı Değişimi
Aspartik Asit
[Sayfa 48’deki şema]
(Ayrıntılı bilgi için lütfen yayına bakın.)
L-Aspartik Asit
COOH C NH2 H CH2COOH
D-Aspartik Asit
HOOC C H2N H HOOCH2C
-