-
Mukaddes Kitap Tarihi Ne Derece Titizlikle Kaydedilmiştir?Gözcü Kulesi—1993 | 15 Ağustos
-
-
Mukaddes Kitap Tarihi Ne Derece Titizlikle Kaydedilmiştir?
MUKADDES Kitabın yazarlarından biri, kendisinden daha genç olan arkadaşına “hakikati söyliyorum, yalan söylemiyorum” dedi. (I. Timoteos 2:7) Pavlus’un mektuplarında geçen buna benzer ifadeler Mukaddes Kitap eleştirmenlerine meydan okumaktadır.a Pavlus’un mektuplarının yazılmasından bu yana 1900’den fazla yıl geçti. Geçen bu kadar zamandan sonra, hiç kimse onun mektuplarında doğru olmayan bir tek nokta bile gösterip, bu iddiasını başarı ile kanıtlayamadı.
Mukaddes Kitap yazarı olan Luka da kayıtlarını titizlikle yazmaya özen gösterdiğini ifade etti. Luka, İsa’nın yaşamı ve hizmetini anlatan bir kaydı ve bunu izleyen Resullerin İşleri diye adlandırılan kitabı kaleme aldı. Luka, ‘başından beri hepsini dikkatle araştırıp, tahkik ettiğini’ belirtti.—Luka 1:2.
Kayıtların Titizliğine Dair Kanıtlar
19. yüzyılın başlarındaki Mukaddes Kitap eleştirmenleri, Luka’nın bir tarihçi olarak kayıtlarının titizliğine karşı çıktılar. Bundan başka, Resullerin İşleri kitabındaki tarihin MS ikinci yüzyılın ortalarına ait düzmece bir kayıt olduğunu iddia ettiler. İngiliz arkeolog Sir William Mitchell Ramsay buna inananlardan biri idi. Fakat Luka’nın değindiği isimleri ve yerleri araştırdıktan sonra şunu itiraf etti: “Öykünün, çeşitli ayrıntıları ile hayret verici şekilde gerçeği gösterdiğine yavaş yavaş ikna oldum.”
Ramsay yukarıdaki sözleri yazdığı zaman, Luka’nın kaydının titizlikle yazılmış olduğuna ilişkin bir konu henüz halledilmemişti. Bu, birbirleriyle yakından bağlantılı olan Konya, Listra ve Derbe şehirleri ile ilgiliydi. Luka, Listra ve Derbe’yi ‘Likaonyanın şehirleri’ diye tanımlayarak, Konya’nın bu ikisinden ayrı bir yer olduğunu ifade etti. (Resullerin İşleri 14:6) Ancak haritanın da gösterdiği gibi Listra, Derbe’den çok Konya’ya yakındı. Bazı eski tarihçiler Konya’yı Likaonya’nın bir kısmı olarak tanımladılar; bu nedenle de eleştirmenler, aynı şeyi yapmadığı için Luka’ya karşı çıktılar.
Daha sonra ise, 1910 yılında Ramsay, Konya’ daki kalıntılar arasında, kentte Likaonya değil de Frigya dilinin konuşulduğunu gösteren bir anıt buldu. Archaeology and the New Testament adlı kitabında Dr. Merrill Unger şöyle demektedir: “Konya ve çevresinde bulunan çok sayıda diğer yazıt kentin ırksal bakımdan Frigyalı olarak tanımlanabileceği gerçeğini kanıtlar.” Gerçekten de, Pavlus’un günlerindeki Konya, insanların “Likaonya dili”ni konuştukları ‘Likaonyanın şehirlerinden’ ayrı ve Frigya kültürünün egemen olduğu bir kent idi.—Resullerin İşleri 14:6, 11.
Mukaddes Kitap eleştirmenleri, Luka’nın, Selânik kentinin yöneticileri için “politark” sözcüğünü kullanmasını da tartışma konusu yaptılar. (Resullerin İşleri 17:6) Bu ifade Yunan edebiyatında bilinmiyordu. Sonra eski kentte, kentin yöneticilerinin—tam olarak Luka tarafından kullanılan sözcük gibi—“politark” diye adlandırıldığını gösteren bir kemer bulundu. Expository Dictionary of Old and New Testament Words adlı eserinde W. E. Vine şöyle anlatmaktadır: “Luka’nın kaydını titizlikle yazdığı bu ifadeyi kullanmasıyla kanıtlanmış oldu.”
Luka’nın Deniz Yolculuğu
Denizcilik uzmanları, Resullerin İşleri 27. bapta anlatılan deniz kazasının ayrıntılarını incelediler. Luka’ya göre, onun ve Pavlus’un yolculuk ettiği büyük gemi, küçük bir ada olan Kavda adasının yakınlarında kuzeydoğu rüzgarına tutulmuştu ve denizciler, karaya oturma tehlikesinin söz konusu olduğu Afrika’nın kuzeyindeki sığ kıyılara sürüklenmekten korkuyordu. (Resullerin İşleri 27:14, 17) Denizciler ustalıkları sayesinde gemiyi Afrika’dan batıya doğru bir rotaya çevirmeyi başardılar. Fırtına şiddetini azaltmadan devam etti ve sonunda gemi, 870 km yol aldıktan sonra, Malta adasının kıyılarında karaya oturdu. Denizcilik uzmanları, büyük bir geminin bu kadar uzağa sürüklenmesi için şiddetli fırtınada 13 günden fazla yol alması gerektiğini hesapladılar. Onların hesabı, geminin 14. gün battığını söyleyen Luka’nın anlattıklarına uymaktadır. (Resullerin İşleri 27:27, 33, 39, 41) Bir yatçı olan James Smith, Luka’nın deniz yolculuğunun bütün ayrıntılarını inceledikten sonra şu sonuca vardı: “Bu, kendisi de yolculukta yer alan biri tarafından yazılan gerçek olayların öyküsüdür . . . . Bütün kısımları ile bu kadar tutarlı bir deniz yolculuğu öyküsünü, hiç kimse, hatta bir denizci bile, bizzat gözlemde bulunmadan yazamazdı.”
Böyle bulgular nedeniyle, bazı teologlar Yunanca Kutsal Yazıları titizlikle kaydedilmiş bir tarih olarak savunmaya hazırdır. Fakat İbranice Kutsal Yazılarda bulunan daha önceki tarih için ne demeli? Birçok din adamı modern felsefeye boyun eğip, onun efsaneler içerdiğini söyler. Böyle olmakla birlikte, Mukaddes Kitabın başlangıçtaki tarihiyle ilgili çok sayıda ayrıntının da, eleştirmenleri mahcup edecek şekilde titizlikle kaydedildiği kanıtlanmıştır. Örneğin, bir zamanlar unutulmuş olan Asur İmparatorluğunun gün ışığına çıkmasını ele alalım.
-
-
Mukaddes Kitap Eleştirmenlerini Mahcup Eden Kayıp Bir İmparatorlukGözcü Kulesi—1993 | 15 Ağustos
-
-
Mukaddes Kitap Eleştirmenlerini Mahcup Eden Kayıp Bir İmparatorluk
“Eskiden Asur İmparatorluğunun tarihi, dünya tarihinin en karanlık bölümlerinden biriydi.” “Eski Nineve hakkında bilinenlerin tümü Mukaddes Kitapta az miktarda değinilen yerler ve ona atfen geçen peygamberliklerle, Diodoros Sikeliotes . . . . ve diğerlerinin Asur tarihi ile ilgili yeri geldikçe ve parça parça anlattıkları bilgilerden ibaretti.”—Cyclopædia of Biblical Literature, Cilt 1 ve 3, 1862.
YUNANLI tarihçi Diodoros Sikeliotes 2000 yıl önce yaşadı. Nineve’nin, dört kenarının toplamı 480 stade uzunluğunda olan, dörtgen şeklinde bir kent olduğunu belirtti. Bu, şehrin çevresinin 88 km olduğu anlamına gelir! Mukaddes Kitap benzer bir anlatımla Nineve’yi “genişliği üç günlük yol” olan büyük bir kent diye tanımlar.—Yunus 3:3.
19. yüzyıldaki Mukaddes Kitap eleştirmenleri, eski dünyanın bilinmeyen bir kentinin bu genişlikte olabileceğine inanmayı reddettiler. Nineve’nin, eğer herhangi bir zaman var oldu ise, Babil’den önceki eski bir uygarlığın bir kısmı olması gerektiğini de söylediler.
Bu görüş, Nuh’un torununun oğlu Nimrod’un, Babil veya Babilon bölgesinde siyasal nitelikteki ilk kentleşmeyi oluşturduğunu söyleyen Tekvin’in 10. babına ters düşmektedir. Mukaddes Kitap şöyle anlatır: “O diyardan Aşura çıktı, ve Nineveyi ve Rehobot-iri, Kalahı, ve Nineve ile Kalah arasında Reseni bina etti; büyük şehir budur.” (Tekvin 10:8-12) Kutsal Yazıların dört yeni Asur kentini bir “büyük şehir” olarak tanımladığına dikkat edin.
1843 yılında, bir Fransız arkeolog olan Paul-Émile Botta, bir Asur kentine ait olduğu belirlenen bir sarayın kalıntılarını buldu. Söz konusu bulgu ile ilgili haberlerin duyulması büyük heyecana neden oldu. Treasures From Bible Times adlı kitabında Alan Millard şunları anlattı: “Sarayın İşaya 20:1’de adı geçen fakat başka bir yolla bilinmediği için varlığından şüphe edilen Asur kralı Sargon’a ait olduğu kanıtlandığı zaman halkın ilgisi daha da arttı.”
Bu arada, diğer bir arkeolog Austen Henry Layard, Horsâbad’ın 42 km güneybatısında Nimrud olarak adlandırılan yerde bulunan yıkıntıları kazmaya başladı. Kalıntıların, Tekvin 10:11’de değinilen dört Asur kentinden biri olan Kalah olduğu ortaya çıktı. Sonra 1849 yılında Layard, Kalah ile Horsâbad arasında Koyuncuk diye adlandırılan bir yerde büyük bir sarayın yıkıntılarını ortaya çıkardı. Sarayın Nineve’nin bir kısmı olduğu anlaşıldı. Horsâbad ile Kalah arasında, Karamles diye adlandırılan bir tepe de dahil, diğer yerleşim alanlarının kalıntıları bulunur. Layard şöyle açıklar: “Dört büyük tepeyi, Nimrud [Kalah], Koyuncuk [Nineve], Horsâbad ve Karamles’i, bir karenin dört köşesi olarak ele alırsak, onun dört kenarı coğrafya uzmanının 480 stade veya 88 kilometre şeklindeki saptamasına uymaktadır; bu da [Yunus] peygamberin 3 günde aldığı yol demektir.”
Bu nedenle Yunus’un, bütün bu yerleşim alanlarını, Tekvin 10:11’de ilk başta sayılan Nineve şehrinin ismi ile adlandırarak bir “büyük şehir”in kapsamına aldığı görülür. Aynı şey bugün de yapılmaktadır. Örneğin, ilk Londra kenti ile bazen “Büyük Londra” diye de adlandırılan bölgeyi oluşturan banliyöleri birbirinden ayrı yerlerdir.
Kibirli Bir Asur Kralı
Nineve’deki sarayın 70’ten fazla odası ve yaklaşık 3 km uzunluğunda duvarları vardı. Bu duvarlarda askeri zaferlerin ve diğer başarıların anısı olan kabartma şeklindeki tasvirlerin yanmış kalıntıları bulundu. Onlardan çoğu fena halde zarar görmüştü. Bununla birlikte, orada bulunduğu sürenin sonuna doğru Layard, dikkate değer şekilde korunmuş durumda olan bir oda buldu. Duvarlarında, kentin dışında bir taht üzerinde oturan istilacı kralın önünde yürüyen esirler ile istihkâmlı bir kentin ele geçirildiğini gösteren bir resim vardı. Kralın üstünde Asur yazısı uzmanlarının şöyle tercüme ettiği bir yazı bulunuyordu: “Dünyanın kralı, Asur kralı Sanherib bir nimedu -tahtı üzerinde oturdu ve Lakiş’ten (La-ki-su) (alınan) ganimeti resmi olarak teftiş etti.”
Bugün bu kabartma ve yazı British Museum’da görülebilir. Bu, Mukaddes Kitapta II. Kırallar 18:13, 14’te kaydedilen şu tarihsel olayla da uyum içindedir: “Kıral Hizkiyanın on dördüncü yılında Aşur kıralı Sanherib Yahudanın bütün duvarlı şehirlerine karşı çıktı, ve onları aldı. Ve Yahuda kıralı Hizkiya Lakiş şehrine Aşur kıralına gönderip dedi: Suç ettim; üzerimden geri dön; üzerime koyacağın şeyi yüklenirim. Ve Aşur kıralı Yahuda kıralı Hizkiya üzerine üç yüz talant gümüş, ve otuz talant altın koydu.”
Nineve’nin yıkıntıları arasında, Sanherib’in Yahuda’yı istilası ve Hizkiya tarafından ödenen haraç hakkında ek ayrıntılar veren başka yazılar bulundu. Layard şunu yazdı: “Kayıtlardan edinilen tarihsel kanıtlar arasındaki belki de en göze çarpan rastlaşmalardan biri, Hizkiya’dan altın olarak alınan miktarın, birbirinden tamamen bağımsız iki ayrı yazıda otuz talant olarak belirtilmesidir.” Asur yazısının çözülmesine katkıda bulunan Sir Henry Rawlinson, bu yazıların, “[Sanherib’in] tarihsel bakımdan gerçek bir kişi olduğunu tartışılmaz şekilde kanıtladığını” bildirdi. Bundan başka Nineveh and Babylon adlı kitabında Layard şöyle sormaktadır: “Bu bulgular ortaya çıkmadan önce, Nineve’nin yerini belirleyen toprak ve döküntü yığını altında, Hizkiya ile Sanherib arasındaki savaşın, tam vuku bulduğu sırada bizzat Sanherib tarafından yazılan ve Mukaddes Kitap kaydının en ufak ayrıntılarını bile onaylayan tarihinin bulunacağı ihtimali kimin aklına gelirdi?”
Tabii, Sanherib’in kaydındaki bazı ayrıntılar Mukaddes Kitaba uymuyor. Örneğin arkeolog Allan Millard şunları belirtir: “En göze çarpan olay [Sanherib’in kaydının] sonunda bulunmaktadır. Hizkiya, habercisini ve bütün haracı ‘daha sonra Nineve’ye,’ Sanherib’e gönderdi. Asur ordusu, her zaman olduğu gibi onları zaferle kendi memleketine götürmedi.” Mukaddes Kitap, haracın Asur kralı Ninive’ye dönmeden önce ödendiğini söyler. (II. Kırallar 18:15-17) Neden fark var? Ayrıca Sanherib Yahuda kalesi Lakiş’in fethiyle övündüğü gibi, neden Yahuda’nın başkenti Yeruşalim’i ele geçirişiyle de övünemedi? Mukaddes Kitabın üç yazarı bunun cevabını verir. Onlardan, olayın görgü şahidi olan biri şöyle yazdı: “RABBİN (Yehova’ nın) meleği çıktı, ve Aşur ordugâhında yüz seksen beş bin kişiyi vurdu; ve sabahlayın adamlar erken kalktıkları zaman, işte, hepsi ölmüş leşlerdi. Ve Aşur kıralı Sanherib göç edip gitti, ve geri döndü, ve Ninevede oturdu.”—İşaya 37:36, 37; II. Kırallar 19:35; II. Tarihler 32:21.
Treasures From Bible Times adlı kitabında Millard şu sonuca varır: “Bu kayıttan şüphe etmek için haklı bir neden yok . . . . Kendi itibarını düşüreceğinden, Sanherib’in böyle bir felaketi haleflerinin okuması için kaydetmeyeceği anlaşılmaktadır.” Bunun yerine Sanherib, Yahuda’yı istilasının başarılı olduğu ve Hizkiya’nın Nineve’ye haraç göndererek kendisine tabiiyetini sürdürdüğü izlenimini yaratmaya çalıştı.
Asur’un Kökeni Doğrulandı
Nineve’de on binlerce kil tablet içeren kütüphaneler de bulundu. Bu belgeler, Asur imparatorluğunun kökeninin, tıpkı Tekvin 10:11’de belirtildiği gibi güneyde, Babil’de olduğunu kanıtlar. Bu bilgiyi kullanarak, arkeologlar çalışmalarını daha güneyde yoğunlaştırdılar. The Encycopœdia Biblica şöyle anlatır: “Asurluların bütün kalıntıları Babil kökenli olduklarını açığa çıkarmaktadır. Asur’un dili ve yazı yöntemi, edebiyatı, dini ve bilimi ufak değişikliklerle güneydeki komşularından alınmıştır.”
Yukarıdakine benzer bulgular, Mukaddes Kitap eleştirmenlerini, görüşlerini değiştirmeye zorladı. Gerçekten, Mukaddes Kitabın samimi bir incelemesi, onun, dikkatli ve dürüst kimseler tarafından yazıldığını açığa çıkarmaktadır. Birleşik Devletler Anayasa Mahkemesinin eski başyargıcı olan Salmon P. Chase, Mukaddes Kitabı bizzat inceledikten sonra şöyle dedi: “Uzun, ciddi ve derin bir araştırmaydı ve bu dinsel meselede, din dışı konularda her zaman yaptığım kanıtlama kuralının aynını uyguladım; sonunda Mukaddes Kitabın, Tanrı’dan gelen doğaüstü bir kitap olduğuna karar verdim.”—The Book of Books: An Introduction.
Gerçekten, Mukaddes Kitap ayrıntılarına kadar titizlikle kaydedilmiş tarihin çok daha ötesinde bir kayıttır. İnsanlığın yararına bir hediye olan, Tanrı’nın ilham edilmiş Sözüdür. (II. Timoteos 3:16) Bunun kanıtı Mukaddes Kitapla ilgili coğrafyanın araştırılmasıyla görülebilir. Bu, sonraki sayıda tartışılacaktır.
[Sayfa 6, 7’deki resimler]
Yukarıda: Duvar kabartmasından alınan üç ayrıntı
Aşağıda: Lakiş’in kuşatılmasını anlatan Asur duvar kabartmasının resmi
[Tanıtım Notları]
(British Museum’un izni ile)
(British Museum Basını tarafından yayımlanan The Bible in the British Museum kitabından)
[Sayfa 4’teki resim tanıtım notu]
Trustees of The British Museum’un izni ile
-
-
İman Uygulayarak Tanrı’nın Vaatlerine Olumlu Karşılık VermekGözcü Kulesi—1993 | 15 Ağustos
-
-
İman Uygulayarak Tanrı’nın Vaatlerine Olumlu Karşılık Vermek
“Kıymetli ve çok büyük vaitler bize verilmiştir.”—II. PETRUS 1:4.
1. Gerçek imanı uygulamamızı mümkün kılan nedir?
YEHOVA vaatlerine iman göstermemizi ister. Ne var ki, “hepsinin imanı yoktur.” (II. Selânikliler 3:2) Bu nitelik, Tanrı’nın mukaddes ruhu veya faal kuvvetinin bir meyvesidir. (Galatyalılar 5:22, 23) Bu nedenle, sadece Yehova’nın ruhu tarafından yönlendirilen kimseler iman uygulayabilirler.
2. Resul Pavlus “iman”ı nasıl tanımlar?
2 Fakat iman nedir? Resul Pavlus, onu “görülmemesine rağmen gerçeklerin açık bir kanıtı” olarak tanımlar. Görülmeyen bu gerçeklerin kanıtı, imanla eşit sayılacak ölçüde kuvvetlidir. Bu niteliğe sahip olanların, Yehova Tanrı’nın vaat ettiği her şeyin sanki zaten gerçekleşmiş kadar kesin olduğuna dair güvenceleri olduğundan, imanın, “ümit edilen şeylerle ilgili teminatlandırılmış bir bekleyiş” olduğu da söylenebilir.—İbraniler 11:1.
İman ve Yehova’nın Vaatleri
3. İsa’nın meshedilmiş takipçileri iman uygularlarsa neyi görecekler?
3 Yehova’yı memnun etmek için, vaatlerine iman etmeliyiz. Resul Petrus MÖ 64 yıllarında ilham altında yazdığı ikinci mektupta bu noktayı belirtti. Petrus, İsa’nın meshedilmiş takipçilerinin iman uyguladıkları takdirde, Tanrı’nın “kıymetli ve çok büyük vaitler”inin gerçekleştiğini göreceklerine dikkati çekti. Sonuç olarak onlar, Gökteki Krallığında İsa Mesih ile ortak mirasçılar olarak, “ilâhî tabiate hissedar” olacaklardı. Onlar, imanları ve Yehova’ nın yardımı sayesinde, bu dünyanın bozuk âdet ve alışkanlıklarına kölelikten kurtulmuşlardı. (II. Petrus 1:2-4) Düşünün! Hakiki imanı uygulayanlar bugün de aynı paha biçilmez özgürlükten sevinç duyarlar.
4. İmanımıza hangi nitelikleri eklemeliyiz?
4 Yehova’nın vaatlerine karşı gösterdiğimiz iman ve Tanrı vergisi özgürlüğe duyduğumuz minnettarlık bizi, İsa’nın örnek takipçileri olabilmek üzere elimizden geleni yapmaya yöneltmelidir. Petrus: “Karşılık olarak bütün ciddi çabayı katarak imanınıza erdemi, erdeminize bilgiyi, bilginize zaptınefsi, zaptınefsinize tahammülü, tahammülünüze Tanrısal bağlılığı, Tanrısal bağlılığınıza kardeş sevgisini, kardeş sevginize sevgiyi ekleyin” dedi. (II. Petrus 1:5-7) Böylece Petrus, belleğimize iyice yerleştirmemiz gereken bir liste veriyor. Şimdi bu nitelikleri daha yakından inceleyelim.
İmanın Önemli Öğeleri
5, 6. Erdem nedir ve imanımıza onu nasıl ekleyebiliriz?
5 Petrus, erdem, bilgi, zaptınefs, tahammül, Tanrısal bağlılık, kardeş sevgisi ve sevginin birbirine ve imanımıza eklenmesi gerektiğini söyledi. Bu niteliklerin imanımızın önemli öğeleri durumuna gelebilmesi için çok çalışmalıyız. Örneğin, erdem, imandan ayrı olarak uyguladığımız bir nitelik değildir. Sözlükbilimci W. E. Vine, II. Petrus 1:5’te “erdemin, iman uygulamak açısından köklü bir nitelik olarak eklendiğini” belirtir. Petrus’un söz ettiği niteliklerin her biri de imanımızın birer öğesi olmalıdır.
-