Gerçeklere Uyan Nedir?
OKUYUN VE KARAR VERİN
BİLGİ İLERLEDİKÇE EVRİM GERİ ÇEKİLİYOR
Eski Mısırlılar bokböceğinin (Scarap) birdenbire yerden çıktığını görünce, kendi kendine oluştuğuna inandılar. Ancak dişi böcekler, yumurtalarını gübre içine koyup gömerdi ve böylece daha sonra orada döllenen yeni böcekler ortaya çıkarlardı. Kendi kendine olan bir nesil mi? MÖ beşinci yüzyılda, Yunan filozoflarından Anaxagoras ve Empedokles bunu öğrettiler ve bir yüzyıl sonra da Aristo solucan ve salyangozların, çürüme ürünleri olduklarını zannettiler. 17. yüzyılda dahi, bilim adamı Francis Bacon, kendi kendine oluşan nesilleri öğretmişti.
İlerleyen bilgi, bütün bunları değiştirdi. 17. yüzyılda, F. Redi, etteki kurtların, ancak sinekler etin üzerine yumurtladıktan sonra ortaya çıktıklarını gösterdi. Bakteriler böylece bulundu ve hayatın, kendi kendine oluşması ile ilgili örnek olarak kabul edildi. Fakat bir yüzyıl sonra Spallanzani, bu fikri çürüttü. Daha sonraki yüzyılda Pasteur “hayatın ancak hayattan geldiğini” kabul ettirdi. Bu gerçek artık genellikle kabul ediliyor. The Origin of Species (“Türlerin Kökeni”) kitabının son cümlesinde hayatın, “Yaratıcı’nın bir veya birkaç şekle, hayatı üflemesi” sonucu oluştuğunu yazan Darwin dahi bunu kabul etmiştir.—sayfa 450, Mentor baskısı.
Yaratılış, “hayatın ancak hayattan geldiği” gerçeğine uygundur. Yehova Tanrı hakkında şöyle yazılmıştır: “Hayatın kaynağı sendedir.”—Mezm. 36:9.
Ayrıca fosiller de yaratılışı destekler. Simpson The Meaning of Evolution kitabında şöyle yazıyor: “Zamanımızdan 500.000.000 yıl kadar önce olan ilk kambriyum kayaları fosil doludur. Dünya üzerindeki değişik yerlerde ilk Kambriyumdan beri olan, hemen hemen bütün devirleri kapsayan fosiller vardır. Oysa 1.500.000.000 yıllık sürenin en büyük kısmını oluşturan ilk kambriyum’dan önceki zamana ait olan kayalarda, fosiller az ve genellikle belirsiz ve tartışmalıdır.” Omurgalıların dışındaki bütün ana grupların fosillerinin bu ani meydana gelişini Simpson “hayat tarihinin ana sırrı” olarak adlandırıyor.—Sayfa 16-19.
Harvard Üniversitesi profesörlerinden Romer, bu sır ile ilgili Darwin’in şu yorumunu tekrarladı: “Tatmin edici bir cevap veremem.” Ve buna şunu ekledi: “Bugün biz de veremeyiz.” Daha sonra anlamlı bir şekilde şu gözlemde bulundu: “Genel görünümün, kambriyum zamanının başındaki özel bir yaratılış fikri ile, uyumlu olduğu makul bir şekilde söylenebilir.” Ancak, Kambriyum zamanından bu yana, elde edilen çok sayıdaki fosil, omurgalı ve sırtkemiklilerin yaşamının başlangıcını gösterir mi? Hayır. The Material Basis of Evolution kitabında, zooloji profesörü Goldschmidt şöyle yazıyor: “Deliller, daha üstün sınıflar bir yana, asıl türler hakkında bile bilgi vermiyor.” (Sayfa 165) Günümüzün fosil uzmanları arasında bu kabul edilmiş bir gerçektir.
Evrimciler, yaratılışı şiddetle reddetmelerine rağmen, fosillerin evrimden çok yaratılış ile uyumlu olduğunun farkındadırlar. Yıllar önce, birçok evrimci şunu kabul etti: “Bir kimse paleontolojiyi araştırdıkça evrimin gerçekten iman üzerine kurulu olduğundan daha emin olur; tıpkı bir kimsenin, dindeki büyük sırlar ile karşılaştığı zaman, ihtiyacı olan iman gibi . . . . özel yaratılış öğretisi tek seçenektir; ki o da doğru olabilir, ancak mantıksızdır.” (L. T. More) “Evrim zoologlar tarafından kabul edilir . . . . ancak bu mantıklı ve bağdaşık delillerle kanıtlanabildiği için değil de, tek seçenek olan özel yaratılışın açıkça inanılmaz olmasındandır.” (D. Watson) “Evrim kanıtlanmamıştır ve kanıtlanamaz. Biz evrime, sadece tek seçeneğin özel yaratılış olduğu, o da düşünülemeyeceği için inanıyoruz.”—Sir Arthur Keith.
Günümüzde, bazı evrimciler, yaratılışı hâlâ gerçeklere uygun görüyor. Cambridge Üniversitesi botanisti evrimci J. H. Corner’ın belirttiği gibi: “Hâlâ peşin hükümlü olmayanlar için bitki fosillerinin özel yaratılışın lehinde olduğunu düşünüyorum.” (Contemporary Botanical Thought, 1961, sayfa 97) Physics Bulletin adlı yayının Mayıs 1980 sayısında Profesör Lipson isteksizce şöyle yazdı: “Bundan da ileri giderek tek kabul edilebilir izahın, yaratılış olduğunu kabullenmeliyiz.”
Fosiller, evrim kuramını desteklemez. Yaratılış, fosil gerçeklerine uyar.
Mutasyonlar bile, evrimi desteklemekte aciz kalıyor. Mutasyonlar, jenetik malzemedeki değişikliklerdir ve organizmada kalıtımla geçebilen yeni özellikler meydana getirirler. Küçük mutasyonların büyük çoğunluğu zararlıdır; büyükler ise, sakatlayıcı veya öldürücüdür. Mutasyonların organizmaların yozlaşmasında rol oynayıp, birçok hastalık ve sakatlıkların sebebi olduğu tahmin ediliyor. Buna rağmen evrimciler, mutasyonlara, evrimin mekanizmaları olarak ümitlerini bağlıyorlar. Ancak mutasyonlar yeni cinsleri meydana getirmek konusunda yetersiz bulunmuştur. Evrimci Bengelsdorf şöyle demiştir: “Jenlerdeki temel değişimleri kapsayan mutasyonlar, iki kişi arasındaki farkların sebebi olabilir. . . . . Ancak, değişik sebepler yüzünden tüm evrimin, balıkların, sürüngenlerin, kuşların ve memelilerin oluş nedenlerinin izahını veremezler.”
21 Kasım 1980 tarihli Science dergisinin gösterdiği gibi, yaratılışçılar, her zaman için Tekvin’in birinci babındaki cinsler içindeki değişmeleri kabul etmişlerdir. “Türler, fiziksel ve diğer özelliklerinde küçük değişikliklere uğrama yeteneğine sahiptirler, ancak bu sınırlıdır ve daha geniş bir görüş açısından bir orta dağılış niteliğindedir.” Bunu deneysel olarak doğrularcasına, jenetistler, çabuk üreyen yaratıklarda çok sayıda mutasyonlar meydana getirmişlerdir, ancak buna rağmen “birkaç günde nesillerce üreyebilen meyve sineklerinin evrimini yönetmekle sadece sineklerde bazı garip değişiklikler görülmüştür. Fakat meyve sinekleri daima meyve sineği olarak kalmıştır.”
Evrimcilere göre, fosil bulguları türlerin milyonlarca yıl boyunca aynı şekilde ürediğini gösterir. Mutasyonlar, hem gözlemlerde hem de deneylerde tüelerin değişmezliğini gösterir. Tekvin 1:12, 21, 24 hayatın “kendi cinslerine göre” üreyeceğini yazarken bilimsel gerçeklere uyar.
Ve nihayet, hepsinden büyük olan fark! Evrimcilerin insana en yakın saydıkları hayvan ile insan arasında çok büyük bir fark vardır. Dobzhansky, “yakın tarihimiz bile, emin olmadığımız şeylerle doludur”, diyor, “yetkililer hem ana konular, hem de ayrıntılar hakkında sık sık çelişmektedirler.” (Mankind Evolving sayfa 168) Antropologlar, küçük kemik veya diş parçaları bulduklarında hararetli iddialarda bulunup, bulduklarını evrim zincirinin eksik halkaları olarak öne sürerler. Oysa daha sonra başka benzer parçalar bulunca, öncekini atarak yeni bulduklarının maymun ile insan arasındaki eksik halka olduğunu iddia ederler. Bu arada kendi bulduklarını eksik halka olarak kabul ettirebilmek için de diğer evrimcilerle sürekli kavga ederler.
İnsanın, lisan, mantık, yaratıcı düşünce, müzik ve sanat, geçmişin, zamanın ve geleceğin farkında olma, hayatında başarı, anlam ve amaç için ihtiyaç duyma, adalet, şefkat, acıma ve sevgi gibi özellikleri hayvanın çok daha ötesinde olduğunu gösterir. Bu evrimle değil, ancak insanın ‘Tanrı’nın kendi suretinde ve benzeyişine göre’ yaratılması ile izah edilebilir. Bir kere daha yaratılış gerçeklere uyuyor.
Ayrıca, birçok din adamı, Tanrı’nın insanı evrimi kullanarak yarattığını söyleyerek evrimi benimserler. Fakat Tekvin’deki kayıt bunu kabul etmez. Yaratıcımız insanı, bir hayvandan yaratmamıştır, çünkü, “Yehova Tanrı (YD) yerin toprağından adamı yaptı.”—Tekvin 2:7.
Hayatın kökeni yaratılış diyor! Fosiller, yaratılış diyor! Mutasyonlar, Yaratılış diyor! İnsan ve kendine en yakın gösterilen hayvan arasındaki uçurum Yaratılış diye adeta bağırıyor! Bilimsel gerçeklere uyan evrim değil, yaratılıştır.
[Sayfa 23’teki çerçeve]
YARATMA GÜNLERİNİN UZUNLUĞU
Kuramlarını milyarlarca yıla bağlayan evrimciler, Mukaddes Kitabın bahsettiği altı “yaratma günüyle” sık sık alay etmişlerdir. Oysa, işin ilginç tarafı, bizzat Mukaddes Kitabın bu günlerin 24 saatlik dönemler olmadığını göstermesidir. Tekvin 1 ve 2 babında “gün” olarak tercüme edilen İbranice “yohm” kelimesinin şu anlamları olabilir:
1. Aydınlığın süresi, gündüz.— Sül. Mes. 4:18.
2. Gece ve gündüz, 24 saatlik bir dönem.—Tekv. 7:17.
3. Belirli olayların cereyan ettiği bir zaman devresi. William Wilson bunları “Old Testament Word Studies” kitabında şöyle tanımlıyor: “Bir gün; genel olarak, zaman veya uzun bir vakit için kullanılır; söz konusu edilen tüm dönemdir . . . . Gün, olağanüstü bir olayın cereyan ettiği zaman veya mevsim için de kullanılır.”—Sayfa 109.
Mukaddes Kitabın 3. noktayla ilgili verdiği örnekler:
“Gün” mevsimlerin geçmesiyle yaz ve kışı kapsayabilir.—Zek. 14:8.
Sonra, birçok günü kapsadığı gösterilen belirli bir “gün”.—Hez. 38:14, 16; Süleymanın Meselleri 25:13 ve Tekvin 30:14 ile karşılaştır.
Bin yıl bir güne ve aynı zamanda dört saatlik bir gece nöbetine benzetilir; “Senin gözünde bin yıl geçen dünkü gün, ve bir gece nöbeti gibidir.”— Mezm. 90:4; II. Pet. 3:8, 10’a bakın.
“Kurtarış günü” binlerce yılı kapsamaktadır.—İş. 49:8.
“Hüküm günü” birçok yıl sürmektedir.—Mat. 10:15; 11:22-24.
Birinin ömrüne, kendi günü olarak değinilmektedir: “Nuhun günleri,” “Lûtun günleri,” Günlerimizde bile “babamızın günleri”nden bahsederiz. Hatta bir günü bölüp “hayatının sabahı veya şafak vakti” ya da “hayatının akşamı veya günbatımı” diyebiliriz.—Luka 17:26, 28.
Yaratma Günleri
Tekvin’deki yaratma günlerinin 24 saatlik günler olmadığını nasıl biliyoruz? Çünkü Tekvin 2:4’te bu altı günün tümünden tek bir gün olarak bahsedilmektedir: “RAB Allah yeri ve gökleri yaptığı günde [bir gün] yaratıldıkları zaman [altı günde] göklerin ve yerin asılları bunlardır.” Ayrıca, yaratma haftasının yedinci günü, Yehova’nın yeryüzünde yaratma işinden istirahat ettiği gün veya sept günüydü. Mukaddes Kitap bu günün halen devam etmekte olduğunu gösterir.—İbr. 4:3-11.
Altı yaratma günü, belirli işlerin yerine getirildiği dönemleri işaretlemektedir. “Gün” olarak tercüme edilen İbranice “yohm” kelimesi bu uzun zaman devreleri anlamına gelebilir.